Nepal ve Hindistan’da Gördüklerim ve Görmek İstemediklerim…
Aralık ayında yapmış olduğum 10 günlük, Nepal ve Hindistan seyahatimin, genel ve özel notlarını ve değerlendirmesini, sizlerle paylaşmak isterim.
Bu makale, salt turistik açıklamalı bir yazı olmayacak, mesleğim icabı ekonomik ve münhasıran bu seyahate ve gördüklerime mahsus olmak üzere, sosyal ve küresel içerikli de olacaktır.
Hemen belirtmek isterim ki, muhtelif vesilelerle, pek çok yer gezmiş ama tüm merakıma ve isteğime rağmen Hindistan’ı görememiştim.
Dile kolay, tarih öncesi dönemlerden itibaren yerleşime mazhar olmuş, taş devri, buzul çağı, neolitik dönem, bronz çağında gittikçe rağbet görmüş ve Indus nehri kıyılarında MÖ 3300 lerde tesbit edilmiş ilk yerleşim siteleri, kentleri oluşmuştur.
Aryan -Hindu halkaları MÖ 1500 lerde Ganj nehri kıyılarına yerleşmiş ve şehirleşmişlerdir.
Yüzyıllar boyu muhtelif uygarlıkların cazibe merkezi olmuştur.
MÖ 4. yüzyılda, bu kez İskender Makedonyadan kalkıp gelerek, Anadolu’yu , İran’ı geçerek Hindistan’ı işgal etmiştir.
Arada Romalılar, Persler, Kuşhan’lar, Araplar ve pek çok irili ufaklı devlet gelmiş ve geçmiştir. Esas yerleşik işgal ise, Cengiz Han (doğumu Timuçin) ve Timur Han’ın soyundan gelen Türk – Moğol İmparatoru Babür Şah ile 1526 da başlamıştır.
Türk – Moğol Hanedanlığı, İngiliz’lerin Hindistan’ı resmen 1857 de ilhak etmeleri ile son bulmuştur.
Hanedanın ve imparatorluğun kurucusu Babür Şah (1526-1530) tır.
Sonra sırasıyla oğlu Humayun Şah (1530-1556); Büyük Akbar Şah (1556-1605); Cihangir Şah (1605-1628); Cihan Şah (1628-1658) (sevgili eşi “Ercümend Banu Begüm”, yaygın ismiyle ise, “Mümtaz Mahal”, yani “Sarayın Gözdesi” için yaptırmış olduğu efsanevi mermer anıt türbe “Tac Mahal” yani – Kralın Sarayı- ile anılır) ve nihayet büyük Moğol imparatorlarının sonuncusu olan Evrencebe Şah (Aurangzeb) (1658-1707).
Önemli Moğol imparatorlarından sonra aynı hanedandan İngiliz idaresine geçene kadar 8 tane daha fazla ismi, cismi tarihe mal olmamış hükümdar gelmiştir.
1857 de İngilizler ülkeyi remen işgal ve ilhak edince, Türk–Moğol hanedanlığı da sona ermiştir. 15 Ağustos 1947 de Mahatma Gandi (Mohandas Karamçand Gandhi, 1869 – 1948) ’ nin önderliğinde Hindistan, Britanya İmparatorluğundan ayrılarak bağımsızlığına kavuşmuş, ama ülke de parçalanmıştır.
Hindu çoğunluğun olduğu Hindistan ve müslüman çoğunluğun olduğu Doğu ve Batı Pakistan. Doğu Pakistan sonra Bangladeş olmuştur.
Hindistan halen, 28 eyaletli ve 8 birlik toprağından oluşan, federal bir parlamenter demokratik cumhuriyettir.
Aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) üyesidir.
Halkın yüzde79,8 i Hindu, 14,2 si Müslüman, 2,3 ü Hristiyan, 1,7 si Sih ve geri kalanı da diğer dinlerdir. (Budist, Cayanist -Jainist-, Zerdüşt, Parsi, vd.).
Hindistan’da 2 resmi dil vardır: İngilizce ve Hintçe. Ancak, Anayasaya göre, 22 planlı dil tanınmıştır. Bun diller arasında, Hintçe (Hindi),Bengali, Telugu, Marathi, Tamil, Urdu, Gujarati, Malayalam, Kannada, Oriya, Punjabi, Assamese, Maithili vb diller bulunmaktadır.
Ülkenin milli geliri (GSYİH) yak. 3.75 trilyon dolar (2023), nüfusu da yaklaşık 2024 verilerine göre, 1,44 milyar kişidir.
Kişi başına düşen gelir, satın alma bazlı hesaplama ile 2.600 dolardır.
Makro ekonomik verilere grip de konuyu dağıtmak istemiyorum.
Genel açıklamalarımı burada kesip, seyahatnameme başlıyorum.
Önce Nepal ve baş şehri Katmandu.
Hindistan’ın kuzeyinde, 28 milyon nüfuslu, federal demokratik bir cumhuriyettir Nepal.
7 eyaletten ve 77 ilçeden oluşmakta olup, 30,2 milyon (2024 verileri) nüfusa sahiptir.
Nepal çok geniş yelpazeli bir etnik çeşitlilik ve dinsel yapı göstermektedir.
Bu çeşitlilik de Nepal’in kültürel ve sosyal zenginliğini yansıtmaktadır.
Katmandu’nun en önemli ve turistik yeri, Durbar Meydanı ve bakire tanrıça Kumari’nin tapınak evi. Halen tapınak evde yaşayan, minicik, şirin bir kız çocuğu Kumari. Şehirde pek çok Budist tapınağı (Stupa deniyor) var, hepsi birbirine benziyor ve hepsinin tepesinde Buda’nın gözü sembolü var. Katmandu’ya 15 km de, Bhaktapur (UNESCO dünya mirası olarak koruma altına almış) antik şehri ilginç ve renkli bir yer. Nihayet, görkemli, heybetli 3.000 km uzunluğunda Himalaya sıra dağları ve dünyanın en yüksek tepeleri (Everest, Kanchanchunga, Anapurna, vd. toplam 14 adet, bunların 8 tanesi işte burada Nepal’de…) çıplak gözle seyredebilmek için, 32 km mesafedeki ve 1.600 m yükseklikteki Dhulikhel’e gitmek gerekiyor. İşte size kısaca Nepal.
Nepal’in son derece fakir, hiç bir alt yapısının olmaması, halkın genelinin yoksul, hatta aç olması, bizleri her ne kadar sarsmışsa da, toparlanmamız çabuk olmuştur.
Çünkü, küresel dünyanın gelişen yıldız ülkesi Hindistan’ı merakla ve heyecanla beklemekteydik.
Katmandu’dan, Hindistan’ın Varanasi şehrine kısa bir uçuştan sonra vasıl olduk.
Sabah çok erken Ganj nehirinde teknelerle güneşin doğuşunu ve törenleri izledik. Doğrusu çok etkileyici, ilginç ve güzeldi.
Binlerce insan, Ganj nehirinin kutsal sularında yıkanmakta, Güneş tanrısına meyve ve çiçekler sunarak haç görevlerini yapmakta, şarkılar söylemekte, gülmekte, meditasyon yapmaktaydı.
Fakat, maalesef sonrasında 1,5 saatlik ara ve arka sokaklarda gezinti, tüm güzellikleri götürdü, içimizi burktu, hepimizi üzdü, insanlığımızdan utandırdı. Çünkü gördüklerimiz tam bir insanlık faciasıydı. Yüzlerce insan yerlerde, pis örtülerin altında, açıkta, yatıyor, uyuyor, tuvaletini yapıyor, yemek yiyor, yani yaşamaya çalışıyordu. Çaresiz, aç, yoksul ve ümitsizdiler. İnsanlık adına utandım, mahçup oldum, kendimce dersler de çıkardım. Ben 35 seneyi aşkın bir zamandır, öğretim üyesi olarak iktisat ve maliye dersleri vermekteyim. Dünyanın bu küresel refah ve gelir farklılıklarını, adaletsizliklerini kitaplara sığdırmak ve kelimelerle ifade etmek korkarım ki mümkün ve de yeterli olamamaktadır. Daha da önemlisi, böylesine kitlesel açlık, sefalet, yoksulluk dünyada artarak var oldukça ve de sözde çözüm üretmekle görevlendirilmiş uluslararası organizasyonlar, kurumlar, gerektiğince aktif ve etkin olamadıkça, dünyada huzur, barış ve sevgi beklediğimiz, ümit ettiğimiz şekilde filizlenemeyecek ve yerleşemeyecektir. İşte ben bunu gördüm, hissettim ve yaşadım.
Sizlere de aynen aktarıyorum ve tebliğ ediyorum.
Görmediğim büyük şehirlerle ilgili derhal derinlemesine bir soruşturma ve araştırma yaptım, Mumbai (Bombay), Kolkota (Kalküta),Chennai (Madras), Haydarabad, Ahmedabad vd. büyük şehirlerde durumun ise çok daha beter olduğunu öğrendim.
Peki nerede kaldı, hızlı büyüme, neye yaradı BRIC ülkesi olarak en yükselen ülke olmak? Demek ki, her zaman iddia ettiğim gibi, salt makro ekonomik göstergeler, istatistikler, tek başlarına yeterli doğru sonuçları yansıtamayabiliyor.
Refah dağılımı, servet dağılımı ve gelir dağılımı konuları, nüfus planlaması, sosyal düzen, dağılım adaleti, gibi konular, hayati ve birincil önemi haizdirler.
Sadece milli gelir rakamını, nüfusa bölmekle ve bu istatistikleri yorumlayıp, değerlendirerek bir ülkeyi ekonomik ve sosyal yönlerden nitelemek, zinhar yeterli olamamaktadır.
Şayet dünya ülkeleri, özellikle de gelişmiş ülkeler, huzurlu, mutlu, sevgi ve barış ağırlıklı bir dünyada yaşamak istiyorlar ve ümit ediyorlarsa, ödevlerini ve görevlerini gereği gibi yapmalılar, üstlenmeleri gereken misyonu hakça yerine getirmelidirler. Aksi durumda, kaos da, terör de, kargaşa da, entrika da, sömürü de, çıkar kavgaları, hatta savaşları da bu dünyadan eksik olmayacaktır, olması da mümkün değildir.
Birleşmiş Milletler, UNICEF, UNESCO, OECD, IMF, Dünya Bankası, Dünya Sağlık Örgütü, Çevre Örgütleri, vd. küresel, uluslararası örgütler, kurumlar, kuruluşlar, yani ekonomi politikasındaki ifadesiyle, küresel kamusal mal ve hizmet üretmekle görevlendirilmiş kurumlar ve de özellikle gelişmiş ülkeler, soruna ciddi olarak müdahil olmalı, planlı, programlı ve bütçeli olarak çözüm üretmelidirler.
Başka çıkış yolu yoktur.
Pek çok ülke gezmişliğim vardır, ama böylesi bir insanlık ayıbı ve çaresizlik ile ilk kez karşılaştım. Doğrusu çok üzüldüm, sarsıldım ve çok ürktüm.
Seyahatimin devamında, hiç bir şey artık eskisi gibi olamayacak idi.
O bebeklerin, çocukların, çıplak, pislik içinde, aç ve çaresiz, insanlık dışı yaşantıları, maalesef tüm seyahat boyunca, diğer yerlerde, hatta baş şehir Yeni Delhi’de bile peşimizi bırakmadı. Heryerde aynı rezillik, kepazelik,kadın-erkek herkes küçük ve büyük tuvaletlerini açıkta yol kenarlarına yapıyor, her araç hiç durmadan devamlı korna çalıyor, yüzlerce insan yerlede yatıyor, felaket bir hava, çevre, görüntü ve ses kirliliği heryerde ziyadesiyle mevcut idi…
Varanasi’den bu karmaşık duygularla hareket ettik ve erotik heykelli tapınakları ile meşhur olan Khajuraho’ya geldik.
85 tapınaktan, 25 tanesi ayakta kalmış. 10 ve 11. Yüzyılda Chandella Hükümdarlarınca inşa edilmiş erotik heykellerle süslü tapınaklar ilginç ve şaşırtıcı idi. Kamasutra’nın bütün ayrıntıları, dantel gibi işlenmiş heykelciklerle gözler önüne tüm çıplaklığı ile serilmekteydi.
Otobüsle 160 km mesafedeki Jhansi şehrine hareket ettik.
Yol güzergahında Orcha’da özel ve halka açık toplantı salonları (aynen Osmanlı’daki gibi Divân deniyor) olan, Raj Mahal (mahal saray demek) (1592-1604), Rai Parveen Mahal ve Cihangir Mahal gezildi.
Jhansi’den trene binip, 3 saatlik bir yolculuk sonrasında meşhur Agra şehrine gittik. Tren istasyonunda, mecburen 1 saat kadar, inanılmaz bir kalabalığın, sefaletin, pisliğin, rezilliğin içinde bekledik ve tabii ki tüm ayrıntısıyla etrafımızdaki insanların çaresizliğini ve sefilliğini gene üzülerek, çaresizce izledik. Gene insanlığımdan utandım.
Agra dünyanın yedi harikasından biri olan, mimari şaheser, Tac Mahal’in (Taj Mahal, yani Tacın-Hükümdarın Sarayı demek) bulunduğu şehir aynı zamanda 16. yy ve 17. yy başlarında Türk – Mogol İmparatorluğunun da başkentidir. Cihan Şah (esas ismi Şehabettin Muhammed Şah Cihan I) sevgili eşi Mümtaz Mahal (esas ismi Ercümend Banu Begüm Hanım), yani sarayın gözdesi için, ölümünden sonra kabir anıt olarak yaptırmıştır. Cihan Şahın 3. eşidir. 14 çoçuk vermiştir, son kızı Gauhara Begüm’ü doğurduktan sonra da ölmüştür. 19 yıl evli kalmışlardır. Ercümend Banu Begüm hanım, Türk – Moğol devlet idaresinin de bir parçası olarak, hem eşinin hep yanında olmuş, hem de kendisine her konuda katkıda bulunmuştur. Eşinin ölümüyle, Cihan Şah çok sarsılmış ve davranış bozuklukları göstermiştir. Tac Mahal’in yapımına başlanmış ve tam 20.000 işçi çalışarak, 22 senede tamamlanmıştır. Hatta işçiler için bir de Taj Ganj diye bir köy inşa edilmiştir. Banu Begüm hanımın naaşı, tam 23 sene sonra Burhanpur’dan getirtilerek, Tac Mahal’in içine yerleştirilmiştir. Oğlu Evrencebe (Aurangzeb) türlü entrikalarla, once erkek kardeşlerini öldürmüş ve sonra da babası Cihan Şah’I, Kızıl Kale olarak anılan Agra kalesine hapsetmiş ve hükümdar olmuştur. Cihan Şah 8 sene, yani ölene kadar oradan Tac Mahal’i seyretmiştir. 1658 de ölünce de devrinin en görkemli türbesi, eşsiz sanat eseri ve aşkının sembolü olarak yaptırdığı Tac Mahal’e gömülerek, Şah Cihan ile Ercümend Banu Begüm hanımın aşkları ölümsüzleştirilmiştir.
Agra Kalesi, İtimad ül Daula (yani Devletin İtimat Ettiği) mozolesi, Mahtab Bagh (yani Mehtap Bahçesi), Fatehpur Sikri külliyesi gezilerek, Jaipur (Pembe Şehir) şehrine doğru otobüsle yola çıkılmıştır. Jaipur, 18. yy da şehirciliğin güzel bir örneği olarak, mihrace Jai Sing II tarafından kurulmuştur. 1853 yılında Prens Albert’in ziyareti sebebiyle, tüm binalar pembeye boyanmıştır. Gerçi bugüne pek bir şey kalmamış ama gene de Hawa Mahal (Rüzgar Sarayı), City Palace ve astrolog mihrace Jai Sing II (1728-1734) tarafından oluşturulan gözlem merkezi (observatuar) Jantar Mantar ve bilhassa da, şehre 15 km mesafede olup, filler sırtında çıkılan, 1592 de mihrace Man Sing I tarafından yapımına başlanıp, Jai Sing I tarafından bitirilen Amber kalesi görülmesi gereken yerlerdir.
Son durağımız ise, başşehir Yeni Delhi idi. Hindu tanrısı Vishnu için yapılan Lakshmi Narayan tapınağı, 20.000 kişiniz namaz kılabildiği Jama Masjid (Cuma Camii) gezildi.
Bu vesileyle, Selimiye, Süleymaniye, Sultanahmet, vd. zarif ve görkemli camilerimizin ne denli önemli eserler olduğunu, bir kere daha teyid etmiş oldum.
Mahatma Gandi nin anıt mezarı Raj Ghat, India Gate (meçhul asker anıtı), evrensel barış ve birlik mesajlarıyla ünlü, Bahai Tapınağı (Lotüs Tapınağı) (1986 yılında tamamlanmıştır, İranlı mimar Fariborz Sahba tasarımıdır), tarihi Chandi Chowk (tarihi çarşılı sokaklar) gezildi ve hayırlısıyla memlekete dönüldü.
Tabii ki anlatacak daha çok yer ve yorumlanacak pek çok konu var ama, bu kadar açıklama ve yorum ile yetinmek durumundayım.
Dhanyavadh (teşekkür ederim), Namaste (merhaba), Ram-ram (hoşça kalın)…
Gelecek yazılarımızda buluşmak üzere, herkese esenlikler dilerim.
Sağlıcakla, sevgiyle, güzelliklerle kalın…
2 Comments
ismail kulacaoglu
Sevgili Yalcin kardesim,
Her zaman oldugu gibi yazini ilgiyle okudum,resimlerine baktim .
Hem dogu hemde bati Hindistan a yaptigim seyahateri hatirladim.
Hindistan a gitmek cesaret isidir.Zira senin de hakli olarak bahsettigin yasam sartlarindan dolayi hastalik ve mikrop konusunda zengindirler ve de seyahatte basina birsey gelirse dogru
tedaviye ulasmak kolay degildir ve is sansa veya tesadufe kalir.
Hindistan in bugunku kosullarini lyl anlamak icin nasil dunyada boylesine zengin olan bir ulkenin bu denli fakirlestirildigini incelemek icin 1600 senesinde kurulan East India Company nin ve Kuruldugu ulke Ingiltere nin Hindistan i nasil somurdugune ve Hindistan in zenginliklerinin Ingiltere ye nasil geride birsey birakmadan transfer edildigi incelenmelidir.Geriye kalan iskelettir.Kanimca hinduizm inanci ve anlayisi da muhakkak incelenerek bugunlere nasil gelindigi konusu irdelenmelidir.
Eline saglik sevgili kardesim ,kutlarim.
Yalçın Alganer
İsmail Kardeşim; İlgine, nazik mesajına ve katkılara teşekkür ederim. sevgiler.