Asil, Vahşi, Güçlü Tatar: “Rudolf Nureyev”
Resmî doğum ismiyle, “Rudolf Hametovich Nureyev – (Rudy)”, ya da ailevi ismiyle “Rudolf Hamitoğlu Nuriyev”, o dönemin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) de, Sibirya’daki Baykal gölü yakınlarındaki “Irkutsk”da, Trans-Sibirya demiryolunda yol alan bir trenin vagonunda, annesi Vladivostok’a giderken, Müslüman Kırım tatarı çiftçi bir ailenin oğlu olarak, 17.3.1938 tarihinde dünyaya gelmiştir.
Annesi Farida (Feride), babası da Khamet (Hamit) ’dir.
Aile son derece fakir olup, şimdiki adı ile Başkurdistan (Başkurt) Cumhuriyeti’nin başkenti olan Ufa’da, çok zor şartlarda yaşamışlardır.
Nureyev, ‘’Küçükken tek bir oyuncağım bile olmamıştı…’’ demektedir anılarında.
Üç ablasının eski giyecekleri ile büyüdüğünden, okul arkadaşları arasında adı ‘’Dilenci’’ olarak anılırmış…
Çok genç yaşta dansa ilgi duymaya başlamış ve Ufa’da yerel operada ve halk danslarında yer almaya başlamıştır.
Minik ayaklarıyla, halk dansları yapan, üstün yetenekli küçük Rudy, yine anıları içinde o dönemlerle ilgili şöyle yazmaktadır:
‘’Henüz görmediğim yerlerde aslında ben çoktan dans etmişim bile…’’.
Daha sonraları kendisine, onun aykırı, uyumsuz, biraz narsisist ve hatta oportünist olarak nitelenen, aykırı ve uyumsuz kişiliğini sembolize eden, ‘’Beyaz Karga’’ lakabı takılmıştır.
Nureyev’in, Sovyetler Birliği’nden iltica etmesini ve yaşamını anlatan ve Ralph Fiennes’in yönettiği, 2018 yapımı filmin ismi de, işte bu sebeple, “Beyaz Karga” (The White Crow) olmuştur.
Bu filmde, Nureyev’in gençlik dönemini de, Ukrayna’lı ünlü bale dansçısı ve aktör, Oleg İvenko canlandırmıştır.
Aslında Nureyev hep bir müzisyen, bir piyanist, hatta bir orkestra şefi olmak istemiştir.
‘’Vücudum ve yeteneğimden başka sahip olduğum hiçbir şey yoktu…’’ diye yazacaktır anılarında.
1955 de Leningrad Koreografi Okulu’na kabul edilmiş ve böylece de profesyonel dans kariyerine adım atmıştır.
Bale kariyerine ise, 1958 yılında, Leningrad’daki Kirov Balesi’ ne solo dansçı olarak kabul edilmesiyle başlamış, çok kısa bir zamanda da Sovyetler Birliği’nde, en tanınmış baletlerden birisi olmuştur.
1961 senesinde Paris’te Kirov Balesi dansçısı olarak, Palais Garnier’de, “La Bayadere” (Tapınak Dansçısı) balesinde, savaşçı Solor rolündedir…
İşte bu gösteri sonrasında, henüz 23 yaşındayken, Kirov balesi olarak Paris’te turnedeyken, geride her şeyi bırakarak Fransa’ya iltica etmiştir.
1982 yılında ise, Avusturya vatandaşlığına kabul edilir.
1983-1989 yıllarında, İngiliz Kraliyet Balesi’nde ve Paris Opera Balesi’nde sanat yönetmenliği yapmıştır.
Ne acıdır ki, çok sevdiği annesini ancak tam 26 sene sonra, 1987 de, 2 günlük özel vize ile hasta yatağında görebilmiştir.
Ne kız kardeşleriyle ne annesiyle, ne de bir aile ferdiyle, tam 26 sene boyunca hiç görüşememiştir.
Özel hayatı ve cinsel yönelimi bağlamında son derece karmaşık ve çalkantılarla dolu bir profile sahipti.
Nureyev, Dönemin ünlü Danimarkalı dansçısı Erik Bruhn ile, onun 1 Nisan 1986 yılında AIDS’ten ve aynı zamanda akciğer kanserinden ölümüne kadar, 25 yıl süren bir ilişki yaşamıştır.
Bu arada 1978 de, Amerikalı genç dansçı ve klasik sanatlar öğrencisi 23 yaşındaki, Robert Tracy ile 2,5 yıl aşk ilişkisi yaşamış, sonraları da Nureyev ölene kadar onun kişisel asistanlığını ve sosyal organizatörlüğünü yapmış, yanından hiç ayrılmamış, hatta onun tüm bakımını üstlenerek, ona çok büyük bir destek sağlamıştır.
Robert Tracy, 7 Haziran 2007 de, New York City’de, AIDS nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Freddie Mercury, Jackie Kennedy Onassis, Mick Jagger, Liza Minelli, vd. gibi pek çok meşhur kişi ile de yakın dostluklar kurmuştur.
Hatta, Freddie Mercury ve Yves Saint Laurent gibi isimlerle de ilişkileri olduğu iddia edilmiştir.
Nureyev’in cinsel yönelimleri, onun sanat kariyerinde olduğu kadar, kişisel yaşamında da çok önemli etkiler yaratmış, çalkantılı ve romantik roller oynamıştır…
Şimdi gelelim, Nureyev’in Türkiye ilişkilerine…
Hemen belirtmek isteriz ki, Nureyev’in, Türkiye’ye ve Türklere özel bir sempatisi ve ilgisi vardı; tüm kaynaklarda da bunun yansımalarını ve haberlerini görmek mümkündür.
Nitekim Evgenia Tirdatova ve Nurdan Tümbek Tekeoğlu yönetmenliğinde çekilen, 2016 yapımı, “Düşlerinin Adası (Island of His Dreams)” adlı 89 dakikalık uzun metrajlı belgesel film, efsanevi Rus baletin, 1980 ve 1990 yılları arasında, Türkiye’ye yaptığı düzenli ziyaretlerini ve bu süreçteki deneyimlerini anlatmaktadır.
Nureyev, ciddi bir halı ve kilim koleksiyoneri ve çini meraklısıydı.
Türkiye’ye de büyük sempatisi ve ilgisi vardı. Bunda Kırım tatarı olmasının muhakkak ki etkisi olmuştur.
Türkiye’ye ziyaretlere geldiğinde, özellikle Ege köylerini dolaşıp, köylü kadınları gösterip, annesini yad edermiş.
Halı ve kilim merakı o kadar ileri boyuttaymış ki, Kapalıçarşıda halı satın alırken, halı motiflerinin üzerinde dans edermiş ve koreografilerine mutlaka bu motifleri eklermiş.
Türk kültürüne merakı, Topkapı sarayına hayranlığı, Türk insanının misafirperverliği ve dostluğu, insanların kendisiyle kurduğu sıcak iletişim onu çok etkilemiş ve Fethiye’deki Gemiler Adası’nı satın almak istemiştir.
Bu alım-satıma, dönemin hükümeti, yabancılara arazi satışı izni vermediği için, Nureyev bu hayalini, İtalya’da Amalfi rivierasındaki, “Li Galli” adasını satın alarak yerine getirmiştir.
Adadaki evinin iç mekanlarını, duvarlarını, şöminesini, Türkiye’den getirttiği çinilerle, döşemelerini ise, Türk halı ve kilimleriyle dekore etmiştir.
İstanbul’da, “İstanbul Devlet Opera ve Balesi – İDOB” ile birlikte, P.İ. Tchaikovski’ nin “Uyuyan Güzel” balesini sahneye koymuş ve belgesel çalışmalarını yapmıştır.
Türkiye için şu sözleri kayda geçmiştir:
‘’Tanrı burayı özenerek yaratmış. Orta Asya’dan gelen Türkler, yerel kültürlerini geliştirerek bir sentez yaratmışlardır. Bu sentezi de mükemmel bir şekilde, kubbelerle, minarelerle, çinilerle, halılarla, kilimlerle, vd. kültürel güzelliklerle ortaya koymuşlardır. İşte onun için burası, pek çok kültürün de sentezidir.’’…
Nureyev, dansı, baleyi, nasıl ciddiye almışsa, aynı şekilde müziği de aynı ciddiyetle, şevkle ve coşkuyla ele almış, üzerinde yoğun bir şekilde çalışmıştır.
Ünlü orkestra şefi Michel Sasson, Nureyev için şöyle demiştir:
‘’ O çok büyük bir orkestra şefi olamadı, zira müzisyenlerle iletişim kurmanın inceliklerine hâkim değildi; ama sanat hayatına bale yerine müzik ile başlasaydı, eminim ki en büyük ve en başarılı orkestra şeflerinden biri olurdu.’’…
Son olarak da, yine büyük bir aşkı olan ve kendisinden 19 yaş daha yaşlı olan ve tanıştıklarında ve beraber olduklarında Panamalı diplomat Roberto de Arias ile evli olan, ünlü İngiliz balerin “Margot Fonteyn” (D: İngiltere Reigate 1919- Ö: Panama City 1991) (Doğum adı: Dame Margaret Evelyn de Arias)‘ den söz edeceğiz.
Margot Fonteyn, Nureyev’in yaşantısında çok önemli bir yer tutmuştur.
1961 yılında, Londra’da düzenlenen bir gala etkinliğinde ilk karşılaştıkları andan itibaren, ilişkileri hemen başlamıştır.
İlk olarak klasik “Swan Lake” balesinin bir parçası olan, “Black Swan” versiyonunda birlikte dans etmişler ve daha sonra da 21 Şubat 1962 de, Londra’da Kraliyet Balesinde, en büyük performanslarını “Giselle” balesinde gerçekleştirmişlerdir.
Bu gösteri kariyerlerinde en önemli dönüm noktası olmuş, ikili, bale dünyasının en popüler ve en sevilen çifti olmuştur.
İlişkileri, sadece sahne ve dans partnerliği ile sınırlı kalmamış, derin bir dostluk ve muhtemel romantik bir aşkı da barındırmıştır.
Bu çift için, ‘’adeta beraber dans etmek için doğmuşlar’’ denmekteydi.
Büyük bir arkadaşlığı, sanat birlikteliğini, dostluğu ve tutkulu bir aşkı yaşamışlardır.
Margot’nun 21 Şubat 1991 de Panama City’de kanserden ölümü, Nureyev’i çok derinden etkilemiştir.
Ölümü dans dünyasında da çok büyük bir kayıp olarak nitelendirilmiştir.
Biz tekrar, Nureyev’in yaşamına dönelim; 1983 de Paris Opera Balesi’ni yenilemesi için direktörlük teklifini kabul etmiştir.
Rudolf Nureyev’in son dönemleri, maalesef yoğun ve ağır sağlık sorunları ve her şeye rağmen sanatına olan sadakatı ve bağı ile dolu geçmiştir.
1992 de Paris’teki Palais Garnier’de, “La Bayadere” balesinde son kez sahneye çıkmıştır.
Ama artık maalesef yürümesi bile zordur.
Bu gösterinin onun kariyerinin sonunu simgelediğini ve hatta sahneye çıkmaması gerektiğini de bilmektedir ama, her şeye rağmen oynamayı arzu etmiş; nitekim oynamıştır da…
Üstelik gösterdiği performansla, izleyicilerden büyük de beğeni toplamıştır.
Oyun bittiğinde, perde kapanmasına rağmen ısrarlı ve sürekli alkışlar dinmeyince, tekrar sahneye çıkmıştır…
Sahneye geldiğinde, önce bir sessizlik olmuştur.
İşte bu sessizlik, ayrılığın, vedanın, sevginin, saygının sessizliği olarak nitelendirilmiştir…
Sonra müthiş coşkulu bir alkış patlamış, herkes ayaktaymış ve çılgınca, coşkuyla uzun, uzun bu büyük sanatçıyı alkışlamaktaymış…
Ama artık o çok hasta olmasına rağmen, son derece zarif, asil ve mağrur olarak, gözleri gururla pırıl, pırıl parıldamaktaymış…
Aradan tam 31 sene geçtikten sonra, 1992 de, o son koreografisinde, son nefesini yine, kendisinin sahneye koyduğu, “La Bayadere” ile vermekteydi…
Kendisi de, izleyiciler de, hayranları da son kez sahnede olduğunu bilmekteydiler…
Nitekim 1993 senesinin Ocak ayının, altıncı gününde, Nureyev 54 yaşındayken, 1984 de yakalandığı AIDS hastalığından ve bu hastalığın yol açtığı, bağışıklık sistemi zayıflığı ve kalp yetmezliğinden kurtulamayarak, sonsuz yolculuğuna çıkmıştır.
Dansları, o muhteşem bale performansları yaşadıkça, o da hiç şüphe yoktur ki yaşayacaktır…
Paris’te, “Sainte Genevieve des Bois Mezarlığı’ ndaki kabrinin üstünü, sahneye çıkmadan ısınmak için örtündüğü, adeta sıcak bir kucaklama yaptığı ve çok sevdiği Türkiye’de dokunmuş olan halısının motiflerinin mozaik taşlarla işlenmiş panosu örtmektedir…
Ölümünden sonra, vasiyeti gereği mezarının tasarımını, Oscar ödüllü kostüm tasarımcısı Ezio Frigerio (16 Temmuz 1930 – 2 Şubat 2022) üstlenmiştir.
Frigerio, mezarını Türk halısı motifleriyle süsleyerek Nureyev’in anısını onurlandırmak ve kültürel köklerine bir saygı duruşu gerçekleştirmek istemiştir…
Huzur içinde yatsın…
Yalçın Alganer sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
2 Comments
Mehmet S. Oğuz
Çok teşekkürler Yalçıncığım. Eline sağlık. Çok öğretici ve ilginç. yani ”yalçınca”
Yalçın Alganer
Sevgili Mehmet Oğuz Kardeşim; ilgine ve nazik mesajına çok teşekkür ederim. selam ve sevgiler.