Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Tevfik Fikret (24 Aralık 1867-19 Ağustos 1915)… “Fikri Hür, İrfanı Hür, Vicdanı Hür Bir Şair”…

Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 – 19 Ağustos 1915)

“Fikri Hür, İrfanı Hür, Vicdanı Hür Bir Şair”…

Tevfik Fikret (24 Aralık 1867-19 Ağustos 1915), Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşamış olan çok önemli bir şair, öğretmen ve edebiyatçıdır.

Türk edebiyatının Tanzimat ve “Servet-i Fünûn” döneminin en önemli temsilcilerinden biridir.  Ayrıca, Fikret, modern Türk şiirinin de öncü şairlerinden biridir ve özellikle adalet, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerleri savunan ve içeren şiirleriyle tanınmaktadır…
Şimdi kısaca hayatına bakalım…

Babası, Kafkas kökenli bir aileden gelen Pertevniyal Valide Sultanın kâhyası Hüseyin Efendi, annesi de Hatice Refia Hanım’dır.

1879 da Hac dönüşü, annesi ve dayısı koleraya yakalanıp da ve vefat edince, küçük Tevfik 12 yaşında öksüz kalmıştır.
Tevfik Fikret (doğumu Mehmed Tevfik), 24 Aralık 1867 de İstanbul’da Kadırga mahallesinde doğmuştur.

Öğrenimine ilk önce Aksaray Mahmudiye Valide Rüştiyesi’nde başlamış, sonra da Galatasaray Sultanisinde (Mekteb-i Sultani) (şimdiki Galatasaray Lisesi) devam etmiş ve 1888 yılında birincilikle mezun olmuştur.

Galatasaray Sultanisinde, Recaizade Ekrem, Muallim Feyzi, Muallim Naci gibi dönemlerinin en seçkin edebiyat öğretmenlerinin öğrencisi olmuş, böylece edebiyata olan ilgisi artmış ve gelecekteki muhteşem şiir kariyerinin de alt yapısını oluşturmuştur.

Şiir yazmaya da bu sağlam temel kariyeriyle lise yıllarında başlamış ve öğretmenlerinin desteklemesiyle, gazel tarzında yazdığı ilk şiirleri, dönemin en önemli günlük gazetesi olarak kabul edilen, Ahmed Midhat Efendi tarafından kurulmuş olan, “Tercüman-ı Hakikat” de, ‘’Nazmi’’ mahlasıyla (mahlas= edebiyatçıların kullandıkları bir nevi takma ad) yayımlanmıştır.

1888’de Galatasaray Sultanisinden birincilikle mezun olduktan sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası’nda (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başlamış, yeterince katkı veremeden ücret aldığı gerekçesiyle buradan ayrılmıştır. Hatta istifası sırasında, birikmiş ve alamamış olduğu maaşlarını da hak etmediği gerekçesiyle reddetmiştir.

Daha sonra reddine rağmen, ödeme yapılınca, ödenen tüm maaşlarını topluca Göçmenler Komisyonu’na bağışlamıştır.

Bir süre sonra gene çeşitli memurluklarda bulunurken, geçimini sağlayabilmek için ek iş olarak da Ticaret Mekteb-i Alisi’ nde Türkçe, Fransızca ve hat sanatı öğretmenliği yapmıştır.

1890 yılında, dayı kızı Nazime Hanım ile evlenmiş ve dayısının evine yerleşmiştir.
Tevfik Fikret 1891’de, İsmail Safa’nın yönettiği, “Mirsad” dergisinin açtığı şiir yarışmasında ‘’Bahar’’ adlı şiiriyle, birinciliği kazanınca edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmiş; aynı yıl söz konusu dergide, 18 şiiri daha yayımlanmıştır.

Derginin organize ettiği ve edebiyat dünyası bağlamında çok önemli ve değerli olan şiir yarışmalarının hepsinde birinci olmuş ve edebiyat dünyasında ününü iyice arttırmıştır.

1892’de çok sevdiği Galatasaray Sultanisinin, önce ilk okul bölümünde Türkçe öğretmeni, sonra da Muallim Naci’nin vefatıyla, lisede edebiyat öğretmeni olmuştur.
1894’te Hüseyin Kâzım Kadri ve Ali Ekrem Bolayır’ la birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başlamıştır. Bir sene içinde 25 şiiri yayımlanmıştır.

1895’te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak, Galatasaray Sultanisindeki görevinden istifa etmiştir.

1895 de oğlu Halûk dünyaya gelmiştir.
Tevfik Fikret 1896’da eski öğretmeni Recaizade Ekrem’in aracılığıyla, Ahmet İhsan beyin sahibi olduğu “Servet-i Fünûn” dergisinin yazı işleri yönetmenliğine getirilmiş ve dergiyi ünlü ve saygın bir edebiyat dergisi haline getirmiştir.

En parlak dönemlerini yaşamaya başlayan Tevfik Fikret, artık şiirlerini “Mehmed Fikret” olarak değil, “Tevfik Fikret” olarak yayımlamaya başlamıştır.

Aynı yıl Robert Kolej’ de Türkçe öğretmenliği yapmaya başlamıştır.
Bu dönemde Abdülhamid yönetimi, aydınlar üstündeki baskısını giderek arttırmış ve yoğunlaştırmıştır. Sansür ve jurnalcilik bütün hızıyla işlemiş ve ilerlemiştir.

Tevfik Fikret o günlerde bir dost evinde okuduğu, Sultan II. Abdülhamid’in baskıcı rejimine karşı yazdığı ve daha sonra İstanbul’u ağır bir şekilde eleştirdiği, kentin hem fiziksel hem de manevi kirliliğini dile getirdiği, Abdülhamid dönemine yönelik en sert eleştirilerden biri olarak kabul edilen, “Sis” adıyla ünlenecek olan şiiri nedeniyle, önce evi aranmış, tutuklanmış ve söz konusu şiir ele geçemeyince de serbest bırakılmıştır.

Daha sonraları Servet-i Fünûncular arasında görüş ayrılıkları başlamıştır. Bazıları dergiden ayrılmış; bir süre sonra Fikret de derginin sahibi ile anlaşamayarak yazı işleri müdürlüğünü bırakmıştır.

Tevfik Fikret, artık bütün zamanını Robert Kolej’de geçirmeye başlamıştır.

Tevfik Fikret’ in “Rübab-ı Şikeste” ( Rübab = Saz; Şikeste = Kırık) (Kırık Saz) adlı eseri, Türk edebiyatının önemli bir dönüm noktası sayılan bir şiir kitabıdır.

Bu eser, 1900 yılında yayımlanmış olup, Servet-i Fünun edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir.
Rübab-ı Şikeste adlı bu eseri, Fikret’in yaşadığı dönemin, sosyal ve siyasal olumsuzluklarına, baskılarına, özgürlüklerin engellenmesine ve kişisel sıkıntılarını dile getiren ve protesto eden şiirlerinden oluşmuştur.

Tevfik Fikret bu önemli eserindeki şiirleriyle, bireysel ve toplumsal duyarlılığını, melankolisini, hüzünlü ve eleştirel bakış açısını cesurca ve açık yüreklilikle yansıtmakta, bu bağlamda da, aşk, doğa, aile, ölüm gibi temaları işlerken yaşanan dönemin çalkantılı, karanlık, baskılı siyasi atmosferine de göndermeler yapmaktadır.
Hemen ifade etmek isteriz ki, ağır diline rağmen, Rübab-ı Şikeste, Türk edebiyatında modern şiirin öncüsü olarak kabul edilmekte olup, Tevfik Fikret’in şiir sanatının da zirve noktası olarak değerlendirilmektedir.

Rübab-ı Şikeste sadece edebi anlamda değil, siayasal ve sosyal bir bilinç yaratma bağlamında da çok önemli bir eser olarak kabul edilmektedir.

Rübab-ı Şikeste, hem Fikret döneminde ve hem de sonraki kuşaklar üzerinde son derece derin etkiler ve izler bırakmıştır.

1901 senesinde ise, Tevfik Fikret, ‘inziva’ düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Rumelihisarı’nda Robert Kolej’in yamacında, planlarını kendi çizdiği Aşiyan (Yuva) adlı evi yaptırmaya başlamıştır.

Bugün Tevfik Fikret Müzesi olan Aşiyan 1905’te tamamlanmıştır.

Tevfik Fikret, eşi ve oğlu Halûk’la birlikte buraya yerleşmiş ve çok az sayıda insanla görüşür olmuştur.

Toplumcu bir tavırla, isyankâr, tepkili, eleştirel şiirler yazıyor, bunlar İstanbul’da elden ele dolaşıyordu.

1902 de kız kardeşi Sıdıka’nın vefatı, arkasından da babasının Irak’a sürülmesi ve babasının 1905 de vefatı, evinin Abdülhamid’in jurnalci haber alma örgütünce sürekli olarak gözetlenmesi gibi olaylar, onu büyük ölçüde etkilemiş, üzmüş ve yıpratmıştır.

İşte yukarıda sözünü ettiğimiz o ünlü ‘’Sis’’ şiirini de 1902 senesinde, İstanbul sisler arasındayken, bu haleti ruhiye içinde yazmıştır.

Diğer önemli şiirlerinden olan, ‘Sabah Olursa’, ‘Bir Lâhza-i Teahhur’ (Bir Anlık Gecikme) da bu dönemin ürünleridir.
Bu dönemlerde, ülkeye özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki’yi desteklemiştir.

1905 yılında, Tevfik Fikret, dini tarih ve geleneksel tarihin dogmatik  anlayışlarına karşı eleştirilerini dile getirdiği uzun bir şiir olan ve o muhteşem dizelerle biten, “Tarih-i Kadîm” adlı eserini yazmış ve yayımlamıştır.

O son dize şöyledir:

“Zaten yalana ağlasa, ağlasa,

bir ikiyüzlüler ağlar, 

bir de ahmaklar…”.

Bu şiir dönemin toplumsal ve siyasi gelişmelerine bir tepki olarak yazılmış olup, Fikret’in aydınlanma ve modernizm yanlısı görüşlerini yansıtmaktadır.

1908’de, Fikret, bireysel ve duygusal temalar bağlamında, en bilinen ve en duygusal şiirlerinden biri olan, hasta bir çocuğun ağzından yazdığı, “Hasta Çocuk” adlı şiiri yayımlanmıştır.

Yine 1908 de, II. Meşrutiyet’in ateşli savunucuları arasına katılmış, hatta Meşrutiyetin ilanından tam 13 gün önce de, ‘’Millet Şarkısı’’ adlı marşı yazmıştır.
Tevfik Fikret, Meşrutiyet’ten sonra inzivasından çıkmış, eski arkadaşlarıyla barışarak, Hüseyin Kâzım ve Hüseyin Cahid’le birlikte ‘’Tanin’’ gazetesini kurmuştur.

Ama, gazete İttihad ve Terakki’nin yayın organı durumuna getirilmek istenince, buna şiddetle karşı çıkmış ve Hüseyin Cahid ile tartışarak, oradan da ayrılmıştır.

Yeni yönetimin önerdiği maarif nazırlığı görevini de kabul etmeyerek geri çevirmiştir.

Bu göreve getirilen Abdurrahman Şeref’in çağrısıyla, 1895 de istifa ederek ayrıldığı Galatasaray Sultanisine, yani yuvasına, 1909 senesinde bu sefer müdür olarak dönmüştür.
O günlerde “31 Mart Olayı” (31 Mart 1325; yani 13 Nisan 1909 Kışkırtması) patlak vermiştir…

Fikret olayı protesto amacıyla, ‘’Galatasaray Sultanisini yıkmak için önce beni yıkmak lazımdır’’ diye bağırmış ve sonra da kendisini okulun kapısına zincirle bağlatmıştır.

Ayaklanmadan sonra meşru saymadığı bir hükümet için çalışamayacağını ifade ederek, istifa etmiş; fakat öğrencilerinin ve maarif nazırı Nail Bey’in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve dönmeyi kabul etmiştir.

Ama sekiz ay sonra, yeni maarif nazırı Emrullah Efendi’yle anlaşamayarak, tüm ricalara ve ısrarlara rağmen ikna edilememiş ve çok sevdiği Galatasaray Sultanisinden bir daha geri dönmemek üzere ayrılmıştır.

1910 senesinde, Dârülmuallimîn (Öğretmen Okulları) ve Dârülfünûn (Üniversite)’daki görevlerinden de istifa etmiş ve yeniden Aşiyan’a çekilmiş, sadece Robert Kolej’de öğretmenliğe devam etmiştir.

Tevfik Fikret artık, İttihad ve Terakki İktidarına da muhalif olmuştur.

1911 yılında, Tevfik Fikret, oğlu Haluk’a yönelik öğütler ve idealler içeren birbirinden güzel ve anlamlı şiirlerinin yer aldığı, “Haluk’un Defteri” adlı şiir kitabını yayımlamıştır.

Yine 1911 de bu kez de halkın acılarını, dönemin zorbalıklarını, haksızlıklarını ve baskılarını anlattığı şiirlerinden oluşan, “Rübabın Cevabı” adlı eserini yayımlamıştır.

1912’de meclisin kapatılması üzerine, bu olayı meclisin 1878’de (Hicri 1295) kapatılmasına benzeterek ‘Doksan Beşe Doğru’ şiirini yazmış, bunu da o muhteşem ‘Han-ı Yağma’ ve ‘Sancak- Şerif Huzurunda’ gibi şiirler izlemiştir.

1914 de ise, ömrünün son dönemlerinde, hece vezni ve sade bir Türkçe ile, eğitim ve öğretime yönelik içerikle çocuk şiirleri yazmıştır. Bu şiirlerini de, ilk yayımlanışından beri çok sevilen ve okunan, “Şermin” adlı şiir kitabında toplamış.

Fikret’in şiirleri, dönemin iktidarını son derece rahatsız etmiş ve muhafazakâr çevreler müthiş bir eleştiri kampanyası başlatmışlardır.

Fikret bu kez de, İttihad ve Terakki’nin fedailerince izlenmeye başlanmıştır.
Modern pedagoji ilkelerine uygun bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkartmak gibi tasarıları olduysa da bunları maalesef gerçekleştirememiştir.

O günlerde, ağır şeker hastalığına yakalanmış olduğu anlaşılmıştır.

Tevfik Fikret 1914’te kolu şiştiği için bir ameliyat geçirmiş, fakat tedaviye bir türlü yanaşmaması sonucunda hastalığı iyice artmış, son aşamada geçirdiği ağır bir ameliyat sonrası, Aşiyan’da, 19 Ağustos 1915 de, henüz 48 yaşında, en verimli çağındayken vefat etmiştir.

Vasiyeti Aşiyan’daki evinin bahçesine gömülmesi yönünde olmasına rağmen, bazı endişeler ve şüpheler dolayısıyla, Eyüp’teki aile mezarlığına gömülmüştür.

Ancak daha sonra, 1945 de Aşiyan’daki evi müze haline dönüştürülünce, Tevfik Fikret’in mezarı da 24 Aralık 1961 de Aşiyan’ a, yani “Yuva” sına nakledilmiştir.

Galatasaray Lisesi’nin bahçesinde de, onun anısına 1920 de yaptırılmış bir anıt mezar bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, en çok etkilendiği kişilerden biri de Tevfik Fikret olmuş, onun kitapları cephede savaşırken bile hep baş ucunda bulunmuştur.

Şair Rıza Tevfik’in başlattığı bir gelenek bağlamında, ölümünün ilk yıl dönümünden itibaren, her ölüm yıldönümünde, Tevfik Fikret geleneksel olarak, evinde, yani yuvası olan Aşiyan’da, mezarı başında anılmaktadır.

1918 senesindeki anma törenine Atatürk de katılmıştır.

Yeni ufuklar açan, düşünce boyutlarını genişleten, yeni, çağdaş, modern, uygar, aydın ve ilerici bir reform, hatta devrim yapmak isteyen, çok önemli bir şair, edebiyatçı, öğretmen, idealist ve vatansever bir fikir adamı olan, Tevfik Fikret’i, rahmetle, saygıyla, sevgiyle ve özlemle anıyoruz.

Onun muhteşem dizleriyle yazımıza son verelim…

Orijinal haliyle Rübab-ı Şikeste’den “Kimseden Ümmîd-i Feyz Etmem” şiiri:

Kimseden ümmîd-i feyz etmem,

dilenmem perr-ü-bâl.

Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim,

İnhinâ tavk-ı esâretten girandır boynuma,

Fikri hür, irfanı hür, vicdânı hür bir şâirim…

 

Sadeleştirilmiş Türkçesiyle “Kimseden Bir Fayda Ummam” şiiri:

Kimseden bir fayda ummam ben,

dilenmem kol kanat.
Kendi boşluk, kendi gök kubbemde 

kendim gezginim.
Bir eğik baş bir boyunduruktan

ağırdır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim…”


(Sadeleştiren: Ahmet Muhip Dıranas))

Yorum Yazın

Best Choice for Creatives
This Pop-up Is Included in the Theme