Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Balkanların Kalbinde: Makedonya’ya Yolculuk

 

🇲🇰 Balkanların Kalbinde: Makedonya’ya Yolculuk

“Her yolculuk biraz kendine, biraz geçmişine çıkar…
Makedonya, benim için hem bir seyahat hem de köklerime dokunan bir hatırlayış oldu.”

Balkanların kalbinde yer alan Makedonya, yalnızca coğrafyasıyla değil; tarih boyunca farklı kültürlerin kesiştiği bir kavşak oluşuyla da hem eşsiz hem de derin anlamlar taşıyan bir ülkedir. Osmanlı’nın beş asırdan fazla bir süredir hüküm sürdüğü bu topraklarda, hâlâ camilerin minareleriyle kiliselerin çan kuleleri yan yana yükselir.

Aynı çarşılarda Türkçe, Arnavutça, Sırpça, Makedonca kelimeler birbirine karışır; zaman, geçmişle bugünü aynı anda yaşatır.

Benim için Makedonya yalnızca bir Balkan ülkesi değil; aynı zamanda Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gençlik yıllarının geçtiği, fikirlerinin olgunlaştığı kutsal bir yerdir. Manastır’daki askerî eğitim, onun hem kişisel hem de liderlik yolculuğunda derin izler bırakmıştır.

(Osmanlı döneminden bugüne uzanan Üsküp’ün simgesi Taşköprü yani Fatih Sultan Mehmet Köprüsü)

 

Ama Makedonya’yı benim için daha da özel kılan, bu topraklarla olan aile bağlarımızdır.
Annemin baba tarafı, yani dedemin kökleri, Vardar Nehri kıyısındaki Köprülü’ye (bugünkü Veles) uzanır. Şehrin adı, Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen görkemli köprüden gelir. Köprülü, daha sonra Selanik Vilayeti’ne bağlanmış, II. Dünya Savaşı sırasında Tito döneminde “Titov Veles” adını almış, bağımsızlıkla birlikte yeniden “Veles” olmuştur.

Anneannemin ailesi ise, adı Trakça ve Frigce’de “su” anlamına gelen Vodina Sancağı’ndan (bugünkü Edessa, Yunanistan) gelir. Şelaleleri ve yemyeşil doğasıyla ünlü bu bölge, 14. yüzyılda Evranos Bey tarafından fethedilmiş, beş yüzyıldan fazla Osmanlı idaresinde kalmıştır. 1912 Balkan Savaşları sonunda ise Yunanistan’a geçmiştir.

1923 mübadelesi öncesinde başlayan baskı ve şiddet olayları, bölgedeki Türkleri evlerinden zorla çıkarmıştır. Yaklaşık 500.000 Müslüman Türk gibi, anneannem ve ailesi de mübadeleyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış, Selanik’ten Bandırma’ya uzanan o uzun ve meşakkatli yolculuğun ardından Bursa’ya yerleşmişlerdir.

(1923 Mübadelesi: Ayrılığın hüznü, duygusal, zor, acılı geçiş noktası)

 

Ailemizden Vodina doğumlu genç bir büyük dayımız ise Çanakkale Savaşı’nda şehit düşmüştür.
Bu yüzden Makedonya coğrafyası bizim için sadece tarihî bir mekân değil; aynı zamanda aile hatıralarımızın yankılandığı kutsal bir topraktır.

✈️ Köklerin İzinde Bir Hafta: Makedonya Rotası

Uçaktan Üsküp’e indikten sonra rotamız bizi hemen Ohri’ye götürdü.
Ohri, Makedonca’da “süt liman” anlamına geliyor. Gerçekten de şehrin üzerini örten gökyüzüyle gölün mavisi birbirine karışıyor. Akşamüstü yaptığımız kısa şehir turu, bu güzel göl kentinin ruhunu anlamamıza yetti: taş sokaklar, suya uzanan iskeleler ve tarihle örülmüş bir sessizlik…

Sizlere Ohri Gölü ile ilgili bir ilginç bilgi daha vermek isterim. Şöyle ki:

Ohri Gölü’ nde, “Pastrmka” adlı lezzetli alabalık benzeri bir balık ile, “Paşita” ya da “Plasica” isimli endemik balık türleri yetişir.

Paşita balığının pullarından “Ohri İncisi” yapılmaktadır. Bu inci, denizden çıkarılan normal inciden farklıdır; balığın pullarından özel bir işlemle elde edilen bir sıvının sedef taşı ve diğer bazı malzemelerle karıştırılarak elde edilir. Özel bir ürün olan Ohri İncisinden muhtelif takılar ve süs eşyaları yapılmaktadır.

Bu özel teknik, bölgede sadece belirli sayıda aileler tarafından nesilden nesile aktarılmaktadır.
“Pastrmka” ise, son derece lezzetli bir alabalık türüdür.

(Ohri – Makedonya’nın mavi incisi)

 

Ertesi sabah Kalkandelen’e (Tetovo) geçtik. Osmanlı mirasının en renkli eserlerinden Alaca Camii ya da diğer bilinen adıyla Boyalı Camii, bizi resmen büyüledi; adeta bir “renkler senfonisi” idi…

Osmanlı döneminden kalma önemli ve eşsiz bir eser olan Alaca Camii, 1438 yılında inşa edilmiş, ancak 17. yüzyılın sonlarında Kalkandelen’de büyük bir yangında zarar görmesi nedeniyle 1833 yılında Abdürrahman Paşa tarafından onarılmıştır. Caminin mimarı İshak Bey’dir.

Caminin finansmanını ve tüm yapımını, Kalkandelenli iki kız kardeş olan Hurşide ve Mensure hanımlar karşılamıştır; bu kardeşlerin camii avlusunda türbeleri bulunmaktadır.

Özellikle duvarlarındaki renkli ve çiçek desenli süslemeler için, 30.000’den fazla yumurta kullanıldığı rivayet edilmektedir.

(Kalkandelen’deki Boyalı Camii – Balkanların renkli inanç mozaiği)

 

Renklerin, desenlerin ve inancın birleştiği bu cami, Osmanlı sanatının ruhunu Balkanlara taşımıştı.

Ardından Harabati Baba Tekkesini gezdik; Balkan tasavvuf kültürünün bu zarif örneğinde geçmişin nefesi hâlâ duyuluyordu.

Kısa bir yolculukla Kocacık köyüne, yani Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin doğduğu yere ulaştık.

Müze hâline getirilmiş bu evde derin bir duygusallık vardı. Bahçesindeki eski taşlar bile sanki geçmişin hikâyelerini fısıldıyordu.

Sonra Struga’ya geçtik. Ohri Gölü’nün suları burada Drim Nehri’ne dönüşüyor.
Berrak suların üzerinde yüzen ışıklar, gökyüzüyle yarışıyordu. Burada gölden çıkan suyun yolculuğuna tanıklık ettik, doğayla baş başa bir huzur anı yaşadık.

(Struga – Şiirlerin şehri, Ohri Gölü’nün kuzey kapısı)

 

Ertesi sabah St. Naum Manastırı’na doğru yola koyulduk. Burası sadece bir dini mekân değil, aynı zamanda Slav alfabesinin doğduğu yer olarak kabul ediliyor.

(Ohri Gölü kıyısında ruhani bir sükûnet noktası)

 

Galicica National Park‘ı, St. Naum Manastırının hemen yakınında, Ohri Gölü ile Prespa Gölü arasında yer alan resmen büyüleyici bir milli parktır. 

(Tatlı suyun doğuşu; doğanın sessiz ve eşsiz mucizesi)

 

Bu parkta muhteşem bir doğal tatlı su kaynağı havzası bulunduğundan bu bölgeye zinhar motorlu tekne sokulmamakta, üzerinde sadece kürekli kayıklarla dolaştırılmaktadır. Zaten UNESCO’nun da koruma listesinde yer almaktadır. 

İşte bu billur gibi suyu olan gölde yaptığımız sessiz tekne gezisi, bu coğrafyanın neden “korunması gereken doğal miras” olarak anıldığını açıkça gösteriyordu.

Yine Ohri’de, Sv. Jovan Kaneo (Aziz Yuhanna) Kilisesi’ nin göl kıyısındaki manzarası unutulmazdı.
Şehirde dolaşırken Halveti Tekkesi, Çarşı Camii ve Ulu Çınar çevresinde dolaştık; Ohri’nin sokakları, Osmanlı’dan kalma bir zaman kapsülü gibiydi.

Ardından Resne’ye geçtik. Burada İttihat ve Terakki’nin ünlü simalarından Resneli Niyazi Bey’in Sarayı bizi karşıladı — tipik bir Avrupa üslubu ve Osmanlı zarafeti karışımı.

Yarım saatlik bir yolculuktan sonra vardığımız Manastır (Bitola), gezimizin en anlamlı durağıydı.
Atatürk’ün 1896-1898 yıllarında okuduğu Manastır Askerî İdadisi (1847-1934) ve bugünkü Atatürk Müzesi’nde duygularımıza hâkim olmak zordu. Fotoğraflar, defterler, mektuplar…

Her köşede genç bir Mustafa Kemal’in izleri vardı.

(Manastır Askerî İdadisi – Mustafa Kemal Atatürk’ün öğrencilik yıllarına tanıklık eden tarihî bina)

 

Daha sonra Tikveş Şarapçılık tesislerinde kısa bir mola verdik; bölgenin asırlık şarap kültürünü tanıdık.
Son durağımız ise Üsküp oldu — Vardar Nehri’nin iki yakasına kurulmuş bu şehir, Makedonya’nın kalbi gibiydi.

🕌 Üsküp – Vardar’ın İki Yakası, Bir Şehrin Kalbi

Vardar Nehri’nin iki yakasına kurulmuş olan Üsküp, tarih boyunca farklı uygarlıkların, dinlerin ve kültürlerin buluşma noktası olmuştur. Osmanlı döneminden kalan taş köprü, hâlâ şehrin en tanınan simgesidir; bir tarafında eski çarşının, diğer tarafında modern şehir merkezinin canlılığı vardır.

(Üsküp’te Vardar Nehri üzerindeki tarihi Taşköprü – Makedonya’nın kalbine açılan kapı)

Eski Türk Çarşısı’nda gezerken, yüzlerce yıllık hanlar, hamamlar ve camiler insanı bir anda geçmişe taşır.

Kapan Han, Sulu Han, Boyalı Camii, Yahya Paşa Camii, Hatuncuk Camii, Mustafa Paşa Camii, İsa Bey Camii, İshak bey Türbesi, Türk Çarşısı, Saat Kulesi, Kurşunlu Han, Bedesten, Davut Paşa Hamamı, Osmanlı Vilayet Binası, Osmanlı Postahane ve Telgraf Binaları hâlâ o dönemin sade ama zarif mimarisiyle Üsküp siluetini tamamlar.

Tüm bu eserler, bir zamanlar çok kültürlü bir imparatorluğun günlük hayatına ev sahipliği yapmıştı.

(1492 tarihli bu zarif cami, Üsküp siluetinin incisi gibidir)

 

Üsküp’teki Mustafa Paşa Camii – 1492’de inşa edilen bu zarif yapı, klasik Osmanlı mimarisinin Balkanlardaki en görkemli örneklerinden biridir.

Üsküp’teki Taşköprü (Fatih Sultan Mehmet Köprüsü – Yapımı: 1451-1469), adeta iki dünyanın geçidi gibidir. Bir yakada Osmanlı ruhu, diğerinde yeni Makedonya’nın yüzü vardır.
Tefeyyüz İlköğretim Okulu, Osmanlı mirasının modern dönemdeki en güzel temsilcilerindendir — Makedonya’daki Türk çocuklarının eğitimine 1884’ten beri hâlâ ışık tutmaktadır.

Gezimizin son durağı olan bu şehirde akşam güneşi, Vardar’ın sularında parıldarken, sanki geçmişle bugün el ele tutuşuyor gibiydi.
Biz de içimizde derin bir huzurla, köklerimizle bağ kurmanın mutluluğunu taşıyarak dönüş yoluna koyulduk.

🕊️ Son Söz – Köklerime Dönüşün Sessiz Yankısı

Makedonya gezisi benim için yalnızca bir yolculuk değil, aynı zamanda bir dönüştü.
Tarihin izlerini sürerken, köklerimin saklı kaldığı topraklarda geçmişle bugünün arasında bir köprü kurdum.
Her taşın, her caddenin, her minarenin altında, sanki ailemden birinin sessiz ayak izleri vardı.

Ohri’nin sularında yansıyan gökyüzü, Kalkandelen’in renkli duvarları, Manastır’daki genç Mustafa Kemal’in gözlerindeki kararlılık ve Üsküp’teki eski çarşının kokusu…

Hepsi birer hatıra değil, birer anlam oldu benim için.

Bu topraklar, bir zamanlar birlikte yaşayıp birbirine karışmış halkların, dillerin, duaların yurdu.
Bugün hâlâ aynı rüzgâr esiyor; camilerin ezanı, kiliselerin çanı, göllerin sessizliği birbirine değiyor.
Makedonya bana sadece geçmişi değil, bir arada yaşamanın güzelliğini de yeniden hatırlattı.

Dönüş yolunda, Vardar Nehri kıyısında son kez durup etrafa baktım.
Güneş batarken sulara düşen ışıklar arasında içimden şu cümle geçti:

“Kimi yolculuklar bitmez, sadece insanın içinde devam eder…”

Bu gezinin bana öğrettiği de tam buydu.

Makedonya artık sadece haritada bir ülke değil; kalbimin en sessiz köşesinde bir hatıra ülkesi olarak kaldı.

Bu yazı dizisi, Kuzey Makedonya topraklarında gerçekleştirdiğim unutulmaz bir kültür yolculuğunun izlerini taşımaktadır.
Her kare, her kelime; tarihle, doğayla ve insan hikâyeleriyle örülmüş bu coğrafyanın zenginliğine bir selam niteliğindedir.
Bu yolculuğa eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. 🌿

Sağlıcakla, sevgiyle, hoşça kalın…

Yalçın Alganer

🎥 Bu yolculuğun görsel hikâyesini aşağıdaki video-slideshow’da daha net ve keyifli izleyebilmek için bilgisayar ya da büyük ekranda izlemenizi öneririm.

 


Yalçın Alganer sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

2 Comments

  • Uner
    Posted 27 Ekim 2025 at 20:22

    Kalemine saglik Yalcin. Bir kac yil once ziyaret ettigim yerleri ne guzel anlatmissin. Ayrica soylemeden gecemeyecegim hayatimda yedigim en lezzetli kofteyi Üsküp te yedim.

    Yanıtla
    • Post Author
      Yalçın Alganer
      Posted 28 Ekim 2025 at 11:33

      Sevgili Tunç kardeşim, ilgine ve güzel ifadelerine teşekkürler. Köfte de kuru fasülye de, tulumba tatlısı da gerçekten lezizdi…Balkanlar çok farklı ve çok özel bir bölge…Selam ve sevgiler.

      Yanıtla

Uner için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Best Choice for Creatives
This Pop-up Is Included in the Theme