Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİSİ – 17 ŞUBAT 1923 İZMİR İKTİSAT KONGRESİ – ANLAMI VE ÖNEMİ…

“ATATÜRK DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ”

– 17 ŞUBAT 1923 İZMİR İKTİSAT KONGRESİ –
ANLAMI VE ÖNEMİ…

Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, askerî başarıların devamında, iktisadî başarılar sağlanamadığı taktirde, askerî başarıların hiçbir anlamının ve öneminin olamayacağını ifade etmiştir.

İşte bu anlayış ve vizyon bağlamında, iktisadi kalkınmayı, yani diğer bir ifadeyle ekonomik gelişmeyi sağlayabilmek için, belirlenecek yol haritasını konuşmak, tartışmak ve kararlaştırmak amacıyla, 17 Şubat 1923 de “İzmir İktisat Kongresi” ni toplamıştır… 

Malum olduğu üzere, ülkemiz, arka arkaya yaptığı tahripkâr ve uzun savaşlar nedeniyle, hem ekonomik ve hem de demografik olarak büyük kaynak kayıplarına uğramıştı.

Böylesine kötü ve zor şartlardaki bir ortamda, Milli Kurtuluş Savaşı kazanılmış ama tahribatı da, maliyeti de çok büyük olmuştu.

Dönemin İktisat Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, İzmir’de bir İktisat Kongresi toplama fikrini beyan etmişti.

İzmir’in seçilmesi, her bakımdan çok önemliydi; zira, tarihte yabancı güçlerce işgal edilip, sonrasında da tüm ulusun oluşturduğu Millet Kuvvetiyle, bir Kurtuluş Savaşı Destanı başlatan ve akabinde de büyük bir zaferle aynı yerde sonlandıran başka bir şehir yoktu…

Daha cumhuriyet bile ilan edilmeden, İzmir’in kurtuluşundan beş ay sonra ve Lozan Antlaşmasının imzalanmasından da dört ay önce, 17 Şubat 1923 de, toplumu oluşturan işçi, sanayici, çiftçi ve tüccar gruplarını temsilen, 1135 delegenin katılımıyla başlayan, “İzmir İktisat Kongresi”, 4 Mart 1923 tarihine kadar sürmüştür.

Kongre, İkinci Kordon’da (o zamanlar Gümrük olarak anılan bölge), bir bölümü Osmanlı Bankası’nın depoları, pasaj ve işhanı olarak kullanılan, İzmirli tanınmış Ermeni tüccar, Aram Hamparsumyan’a ait, “Aram Hamparsumyan Hanı” (Banka-Han ya da Guiffray Han olarak da geçmektedir bazı kaynaklarda) nda yapılmıştır.

1979 yılında yıkılan bu tarihi hanın arazisi uzun süre otopark olarak kullanılmıştır. İzmir Valiliği, Nisan 2022 de, hanın aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesine karar vermiş ve 2023 yılında, “İzmir İktisat Kongre Merkezi” adıyla yeniden hizmete açılmıştır.

Kongre sırasında binanın bir bölümünde, incir, üzüm, zeytinyağı, pamuk, bakliyat, ipek kozası, gül yağı ve benzeri ürünler de sergilenmiştir.

Tüm yabancı ülkelere açık davet yapılmış olduğu halde, hiçbir ülkeden katılım olmamış; sadece Sovyet Rusya (SSCB), Ukrayna ve Trans Kafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti, Kongreye kutlama ve başarı telgrafı göndermiştir.

Sovyet Rusya Sefiri Semiyan İvonoviç Aralov ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Türkiye Sefiri, İbrahim Abilof, kongreye katılmıştır.

İlk açılışı, Atatürk, kapsamlı, etkili ve uzun bir konuşmayla yapmıştır.

Bu konuşmasında, özellikle, iktisadi bağımsızlıktan, kapitülasyonların kaldırılmasından, yabancı sermaye ve liberal ekonomi kavramlarından söz etmiştir.

Kongre başkanlığını, Kazım Karabekir, Divan Katipliğini de Ahmet Hamdi (Başar) yapmıştır.

Bu önemli Kongre, Lozan Barış Konferanslarına, anlaşmazlıklar dolayısıyla ara verildiği döneme rastlamıştır.

Uzun hazırlıklardan ve görüşmelerden sonra, 20 Kasım 1922 de başlayan Lozan Barış Konferansları, konular üzerinde mütabakat sağlanamaması dolayısıyla, 4 Şubat 1923 de kesilmiştir.

4 Şubat 1923 ile 23 Nisan 1923 tarihleri arasında kesilmiş olan görüşmeler, 23 Nisan 1923 tarihinde Lozan’da tekrar başlatılmış ve 24 Temmuz 1923 tarihine kadar sürmüş, nihayet bu tarihte de Lozan Antlaşması imzalanmıştır.

“İzmir İktisat Kongresi” nin iki temel amacı olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki:

Birincisi, işçi, köylü, tüccar ve sanayici kesimlerinin sorunlarını ve taleplerini saptamak ve çözüm yollarını belirlemek ve tartışmak;

İkincisi ise, özellikle yabancı sermayenin ekonomiye dahil edilme olanaklarını görüşmek, belirlemek ve tartışmak.

Kongrede ilk olarak genel bir çerçeve bağlamında, 291 maddeden oluşan Misak-ı İktisadi Esasları (İktisat Anlaşması – Ekonomik Protokol) ele alınmış ve belirlenmiştir.

Bu oluşumun ana hatlarını ise, özel sektöre öncelikli, mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik düzeni tesis etmek ve geliştirmek şeklinde ifade edebiliriz.

Alt başlıklar olarak da, üretim ve tüketim düzenlemeleri, kredi imkânları, gümrük sorunları, sendikalaşma, yol ve ulaşım, tarımda yapılabilecekler, çiftçinin ve köylünün durumları gibi konular sayılabilir.

Sonuçta da, 12 ana maddeden oluşan “Misak-ı İktisat” oybirliğiyle kabul edilmiş ve böylece de, devletin liberal bir ekonomi modeli uygulaması önerilmiş ve benimsenmiştir.

Bu alınan kararlar bağlamında, sanayi özendirilecek ve desteklenecek, gümrük tarifeleri bu yönde değiştirilecek, teknik eğitim geliştirilecek, denk bütçe politikaları izlenecek, milli bankacılık sektörü oluşturulacak, dış ticaret dengesi kontrol edilecek ve ithalatın, ihracatı aşmamasına özen gösterilecekti.      

Kongre sonrasında neler yapıldı, nerelere gelindi?

Söz konusu dönemde, Ziraat Bankası ve birkaç küçük yerel özel banka dışında tüm bankacılık sektörü yabancıların elindeydi.

1923 de 13 yabancı banka mevcuttu. Buna karşılık yerli banka olarak ise, sadece 1869 yılında kurulmuş olan İstanbul Emniyet Sandığı ve 1888 de kurulmuş olan Ziraat Bankası ve ticari banka olarak da, 1914 de kurulmuş olan, Adapazarı İslam Ticaret Bankası ve 1917 de kurulmuş olan “İtibar-ı Milli Bankası” vardı.

İzmir İktisat Kongresi sonrasında ise, 1924 de İş Bankası, 1925 de Anadolu Sigorta ve Sanayi ve Maadin (Madenler) Bankası, 1926 da, Emlak ve Eytam (Yetimler) Bankası açılmış, 1929 da ise Milli Reasürans kurulmuştur.

17 Şubat 1925 de, “Aşâr Vergisi” (Aşar = Onda bir) kaldırılmıştır. Yine aynı sene, “Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu” ve 1 Temmuz 1926’dan itibaren geçerli olacak olan “Kabotaj Kanunu” çıkartılmış, 1926 da küçük baş canlı hayvan vergisi olan ‘’Ağnam Vergisi’’ (ğanem= koyun; ağnam = koyunlar) yeniden düzenlenmiştir.

Bu arada yabancı girişimcilerle de görüşmeler ve anlaşmalar yapılmakta, bazı projelerin geliştirilmesine çalışılmaktaydı.

Fakat, yabancılar, Osmanlı döneminin ayrıcalıklı, imtiyazlı, özel ve cazip şartlarına alışık olduğundan, yeni şartları yadırgıyorlardı. Bazı girişimler, projeler başlatılmıştı ama tamama erdirilememişti.

Örneğin Alman “Junkers” şirketiyle, “Kayseri Uçak Fabrikası” girişimi, “Ford” şirketiyle, İstanbul’da montaj fabrikası kurma anlaşmaları gibi.

“Nestlé” firması ise1927 de Şişli Bomonti’de çikolata fabrikasını kurmuş ve üretime de 1928 de geçmiştir.

1923-1929 Döneminde, önemli kararlar alınmış, atılımlar ve projeler yapılmışsa da, genel itibariyle, beklenen, hedeflenen ve istenen hızlı kalkınma ve büyüme gerçekleştirilememiştir.

Bu döneme ilişkin alınan kararlar analiz edildiğinde, tipik bir liberal ekonomi alt yapısı öngörüldüğü anlaşılacaktır.

Zaten 1923-1929 dönemi, tüm dünya genelinde, tam liberal politikaların uygulandığı bir dönem olmuştur.

Her arz kendi talebini yaratmamıştır, talebin üstünde üretim yapanlar borçlanmış, ödeyemeyince de iflaslar başlamıştır.

Bu dönemde, açık ekonomi (serbest piyasa) koşullarının sürdürülmesi durumunda, ülke ekonomisinin daha büyük zararlar görebileceği anlaşılmıştır.

Sermaye birikiminin olmayışı, kredi kurumlarının yetersiz ve cılız olması, savaşlarda ise her bakımdan büyük güç kaybedilmiş olması ve bir de üstüne 1929 Dünya Buhranı (Büyük Buhran), olumsuz gelişmelerin ana nedenleri olmuştur.

1923-1929 sürecinde oluşan olumsuzluklar ve hedeflere, amaçlara arzulandığı ve planlandığı şekilde varılamamış olması akabinde, Devlet, süratle ve cesaretle ekonomik hayata dahil olarak müdahale etmiştir.

İthalata sınırlamalar getirilmiş, yerli malı teşvik edilmiş, TL nin değerini korumaya yönelik tedbirler alınmış, devlet eliyle büyüme politikaları devreye sokulmuştur.

Bu önemli, doğru ve cesur kararlar ve uygulamalar, derhal olumlu etkisini göstermiş, Türk Lirası istikrar kazanmış, dış ticaret açıkları kapanmıştır.

Hemen belirtmek isteriz ki, Atatürk döneminde uygulanan söz konusu Mutedil (Ilımlı) Devletçilik modeli, liberal veya kolektivist bir sistem modeli olmayıp, iki sistemin de gerekli görülen unsurlarına yer verilen karma ekonomik bir model olmuştur.

Nitekim, Atatürk, 1 Kasım1937 deki konuşmasında, ‘’ kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılamaz, bununla beraber hiçbir piyasa da başıboş değildir…’’ diyerek bu durumu açık seçik ifade etmiştir.

Mutedil Devletçilik ya da Karma Ekonomi diye isimlendirilen model, ekonomik kalkınmanın ana unsuru olarak özel sektörü görmekte, devletin görevlerini ise, ancak özel sektör mensubu kişi ve kurumlarının yapamayacağı ve/veya yatırım yapmak istemediği alanlara, konulara dahil olması gerektiğini kurgulamaktadır.

Bu anlamda, Atatürk’ün devletçiliği, mümkün olabilecek en kısa zamanda toplumu refaha ve ülkeyi de her bakımdan ileri götürecek bir sistemin aracı olarak düşünülmüştür.

16 Mayıs 1929 da, 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu; 22 Şubat 1930 da, 1567 sayılı Türk Parasını Kıymetini Koruma Kanunu çıkartılmış ve 30 Haziran 1930 da da, 1715 sayılı kanun ile, milli anlamda gerçek bir “Merkez Bankası” (TCMB) kurulmuştur.

1932 de 2064 sayılı kanun ile, Sanayi ve Maadin Bankası yerine Sanayi ve Kredi Bankası, daha sonra da bunun yerine 3 Haziran 1933 tarih ve 2262 sayılı Kanun ile Sümerbank kurulmuştur.

1933’ten sonra İller Bankası’na dönüştürülecek olan Belediyeler Bankası, 14 Haziran 1934 de 2805 sayılı kanun ile Etibank; 30 Kasım 1937 de Denizbank; 1938 de Halkbank kurularak, bankacılık sektöründe önemli gelişmeler sağlanmıştır.

Diğer alanlarda da, devletçiliğin yerleştirilmesi yönünde düzenlemeler yapılmıştır.

1930-1938 döneminin en önemli uygulamalarından biri de, Birinci ve İkinci Sanayi Planları olmuştur.

Bu konuyu ise, ayrı bir ekonomi yazımızda ele alacağız…

Atatürk döneminde, çok olumsuz koşullarda yola çıkıldığı halde, ekonomik kalkınma bağlamında çok önemli işler başarılmıştır.

Hem devrimlere ve hem de demokrasiye uygun bir model oluşturmak istenmiştir. Diğer bir deyişle, dogmatik yaklaşım ve uygulamalardan ziyade, pragmatik bir tarz ve yöntem tercih edilmiş ve uygulamaya sokulmuştur.

Zaten 1930’dan sonra da, aranan ve kendimize uygun model bulunmuş ve ılımlı devletçilik politikalarıyla, hızlı bir sanayileşme sürecine girilmiştir.

Ilımlı Devletçilik modelinin ana işlevi olan özel sektörün oluşması ve gelişmesi bağlamında da, yapıcı ve başarılı sonuçlar alınmıştır.

1923 İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ve uygulanacak ekonomik modelin saptanması ile, hareket başlatılmış, fakat dönemin olumsuz koşulları nedeniyle, ekonomide hedeflenen gelişmeler sağlanamamıştır.

Yukarıda ayrıntılı ele aldığımız üzere, 1930 yılından itibaren ise, kendimize özgü bir model olan Mutedil (Ilımlı) Devletçilik modeli uygulamasına geçilmiştir.

Bu model bağlamında, ekonomide çok olumlu sonuçlar alınmış, hızlı bir sanayileşme sağlanmasına rağmen, bu süreç, İkinci Dünya Savaşı’yla kesintiye uğramıştır.

Sonuç olarak, Atatürk Dönemi, Türkiye ekonomisinde her yıl enflasyonsuz olarak istikrarlı büyümelerin, gerçek anlamda ekonomik gelişmenin, yani kalkınmanın sağlandığı başarılı bir dönem olmuştur.

Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün söyleyişiyle, ‘’ Az zamanda çok büyük işler yapılmıştır…’’.

Böylesine her bakımdan kıt kaynaklı, olumsuz, hatta eksi bir ortamda, güçlü kalkınma hamlesine girişebilmek için, ancak dahi olmak gerekirdi.

Zaten O da ‘’Dahi’’ çıkmıştır…

En önemli ve ibret alınması gereken husus, bence şudur:

Devlet bu dönemde adeta ekonominin motoru işlevini üstlenmiştir.

Ne yapılması gerektiği, en ince ayrıntısına kadar planlanmış, programlanmış ve bütçelenmiştir.

Atatürk, ekonomik modelinde, dış borçlanmalara başvurarak, karşılıksız para basarak, hayali ve gereksiz projelerle, savurganlıklarla, gösterişlerle, enflasyonist politikalarla hareket etmemiştir.

Ülkenin kendi öz kaynaklarıyla, varlığıyla, gelirleriyle, kalkınmayı, gelişmeyi sağlamıştır.

Bu sistem, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş ve salt Türkiye’ye özgü bir ekonomik modeldir.

İşte bu da gerçek başarıdır…

Kendi el yazısıyla bizzat kaleme aldığı 10. Yıl Nutku’ ndan, sonradan üzerini çizerek çıkarttığı ve söylevinde de okumadığı cümleyi aynen veriyorum:

‘’Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden (Türk Milletinden) ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur; Beni Hatırlayınız.’’…

Her gün değeri gittikçe artan Ulu Önderimizi, rahmetle, saygıyla, sevgiyle ve çok büyük bir özlemle anıyoruz.

O, bir dahi ve gerçek bir dünya lideriydi.

Vatanı kurtardı, uygar, çağdaş, modern bir Türkiye’nin alt yapısını hazırladı, kurdu, uyguladı, sürdürmek ve daha da ileri götürmek için de bizlere emanet etti…

Bizlere düşen görev ise, emaneti yaşatmak, ülkeyi aydınlıklara taşımaktı…

Dileriz ki, ülkemiz, içinde bulunduğu zor ve karanlık günleri acilen ve mümkün olabilecek en az hasarla atlatır ve küresel bağlamda hak ettiği yeri alır.

Dileriz öyle de olur…

 


Yalçın Alganer sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

2 Comments

  • Güneş
    Posted 19 Şubat 2025 at 10:20

    Kaleminize sağlık, değinilmeyenleri de ele aldığınız dönemin ekonomik durumunu çok güzel çerçevelediğiniz son derece faydalı bir çalışma olmuş.

    Yanıtla
    • Post Author
      Yalçın Alganer
      Posted 21 Şubat 2025 at 14:38

      İlgine ve beğendiğine memnun oldum; selam ve sevgiler

      Yanıtla

Yalçın Alganer için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Best Choice for Creatives
This Pop-up Is Included in the Theme