Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Türk Karikatür ve Mizah Dünyasında Çok Önemli İzler Bırakan Bir Usta: Oğuz Aral (Huysuz İhtiyar)…

 

Türk Karikatür ve Mizah Dünyasında Çok Önemli İzler Bırakan Bir Usta:

Oğuz Aral (Huysuz İhtiyar)

Oğuz Aral (12.8.1936 İstanbul-26.7.2004 Muğla / Bodrum) benim çok sevdiğim, yazılarını, karikatürlerini, dergilerini büyük bir zevkle, keyifle okuduğum, yaşıtlarımın da çok iyi tanıdığı muhteşem bir insan ve çok ünlü bir Türk karikatüristtir. 

1972 de kurduğu “Gırgır” mizah dergisinin hem kurucusu, hem başyazarı ve hem de karikatüristi olarak çok geniş kitlelerce sevilir ve tanınırdı. 

Derginin milyonlarca okuyucusu hatta tiryakisi vardı…

Gırgır’dan başka, Leman ve Avni gibi diğer mizah dergilerinde de çok önemli katkıları vardı.

Oğuz Aral’ın en az kendisi kadar meşhur, “Huysuz İhtiyar” ve “Avanak Avni” gibi unutulmaz karakterleri vardı. 

Bunlar adeta aileden gibi olmuş; her an ve her yerde sanki yanımızdaydılar…

Oğuz Aral, Türk karikatür ve mizah dünyasında çok önemli izler bırakmıştır. 

Toplumsal olaylara duyarlılığı, cesurca, dürüstçe, gerçekçi ve eleştirel bakış açılarıyla ve özellikle de genç yeteneklere olan desteğiyle, Türk karikatür ve mizah dünyasında ve bu sektörün gelişiminde çok önemli ve değerli bir rol oynamıştır…

Saygıyla, sevgiyle, özlemle anıyoruz…

Huzur içinde yatsın…

Ölümünün birinci yıl dönümünde, anısına (26 Temmuz 2005) başta Oğuz Aral’ın karikatür sanatında öğrencisi Bahadır Baruter’in katkılarıyla, İstanbul Cihangir Parkı’na, Oğuz Aral’ın, 3.5 metrelik heykeli dikildi.

Heykel 2007 yılında benzin dökülüp ateşe verildi, ama sonra heykel tekrar onarıldı.

2008 de bu sefer de iki genç tarafından parçalandı, sonra yine onarıldı…

2017 de yılında, Kadıköy, Hasanpaşa’ya, Kadıköy Belediyesi Karikatür Evi’nin önüne,  “Avanak Avni” ve “Oğuz Aral” heykelleri dikildi.

Sonrasında ne hikmetse, “Avanak Avni” heykeli bir gece ansızın ayaklarından sökülerek çalınıverdi…

Heykel, 80 kilo ağırlığında, 143 cm uzunluğundaydı…

Tabii ki, hemen akabinde “Avanak Avni” heykelinin tekrar yenisi yapıldı ve yerine yerleştirildi…

Acaba şimdilerde o heykeller salimen yerlerinde duruyorlar mı bilemiyorum…

Onun en sevdiğim yazılarından birini, “Günün Neşesi” bağlamında paylaşıyorum.

Keyifli okumalar…

Kendi Kıçını Isırabilen İlk İnsan…

 

Ağzımda tek bir tane bile diş yok… 2 sene önce bir haftada 15 diş birden çektirmek zorunda kalmıştım…

2 ay içinde yaptırdığım takma dişleri de maalesef 15 dakika takmış sonra çekmeceye atmıştım….

Geçenlerde dişçim;

– Artık, inadı bırakmak zorundasınız Oğuz Bey. Size bir protez yapmamız gerekiyor dedi.

– Nee!.. Ben yüzük ve kol saati bile takamam. Gömleğimin yakası enseme değince sinirlenirim… O tenekeyi ağzıma nasıl sokarım? diye gürledim…

Aslında gürlemek istedim de ağzımdan:

“Pfotef… Ben yümüfüf müfkof!..” gibisinden Avni’ce sesler çıkardım. Çünkü son yıllarda beni terk etmeye başlayan saçlarıma ve dişlerime yeni iki diş daha eklenmişti. Zalim dişçi, son olarak önden iki dişimi daha benden çalmıştı…

Dişlerimin arasında oluşan boşluklardan hava kaçırıyor ve konuşurken pofuf, lofuf gibisinden Türkçe’de olmayan sesler çıkarıyordum.

– Ben, bunları dama atayım, yenisi çıkar!” filan dedimse de dişçim bilimsel bir ukalalıkla:

– Beslenme bozukluğu başlayacak dedi.

– Zaten bir şey çiğnediğim yok. Son yıllarda alkolle besleniyorum.

– Ama güzel bir kıza gülümsemeniz gerekince, ne yapacaksınız?

Bu doktor bir haindi… Bir zalimdi… Belki de gizli bir Rus casusuydu.

Bir hafta sonra, yarım ay şeklindeki bir tenekeye iliştirmiş üç dört kazma dişi burnuma dayayıp: “Nasıl buldunuz?” diye sordu.

Protez, kıçlarına sopayla vurduğum zaman Bekir’in itlerinin bana hırlayışlarını anımsatıyordu. Ben de yeni protezime “Hırrf” diye hırladım.

Tenekeyi ağzıma sokar sokmaz, midemin ne hale geldiğini ve neler olduğunu anlatmayacağım.

Yalnız “Beygir kompleksim” uzun sürdü. Evde, durup dururken eşinip kişniyordum… Hatta ruhumun derinliklerinden şaha kalkma arzuları yükseliyordu. Çünkü, o teneke ağzımdayken kendimi ağzına gem vurulmuş beygir gibi hissediyordum.

İlk protez kazasını pencereden denizi seyrederken geçirdim. Günde içtiğim üç paket sigaranın yardımıyla öksürürken, protez fırlayıp gitti ve camı kırdı. Allah’ın ayazında, bir camcı bulup camı taktırana kadar dondum.

Böylece, protezin nezle yaptığını da öğrenmiş oldum.

Daha ilk günlerde protezimle geçinemeyeceğimiz belli oldu. Alçak, ağzının orasını burasını yeni bir pabuç gibi vuruyor, bazen fırlayıp gidiyor, öteberiyi kırıyordu. Ben de onu evde takmamaya karar verdim. Ancak, dışarı çıkınca ya da eve biri gelince, “adamlık ağzımı giyinirim” dedim.

Yalnız, çıkarınca nereye koyacaktım? Yıllardan beri protez mahkûmu olan bir arkadaşım takmadığım zamanlar onu su dolu bir bardağa koymamı salık verdi.

Ama bir bardağın içinde sırıtarak bana bakan dişleri görürsem ben, ömür boyu herhangi bir bardaktan bir daha su içemem. Su o kadar önemli değil, içki de içemem. Bu yaştan sonra şişeden içecek değilim ya!..

Sonunda protezimi, dergi ve kitapların arasına koymaya başladım. Ama hangi dergiydi, hangi kitaptı ara ki bulasın. Evde binlerce dergi ve kitap var.

Zaten, çocukluğumdan beri dalgın ve unutkan biriyim!

“Şeytan aldı götürdüüü…Satamadan getirdii… Lan alçak, neredeysen ses ver!” diye evde bütün gün dört döndüğüm oluyordu.

Bazen evin kapısı çalınıyor. Pencereden bakıyorum, bir konuk gelmiş… “Bif dakkaf!” diye ünüleyip yıldırım gibi başlıyorum protezimi aranmaya… Oradan oraya deliler gibi koşuşturup namerdin saklandığı yeri bulmaya çalışıyorum.

Tabii, kapıdaki bir süre sonra sıkılıp gidiyor ve muhtemelen eve kadın filan attığımı düşünüyor. Kitap, dergi gibi entelektüel metotlar sökmeyince, protezimi yanımda taşımaya karar verdim.

Artık, deli danalar gibi oradan oraya saldırarak kendime bayramlık bir ağız aramaktan vazgeçmiştim.

Dişli tenekeyi, mendilime sarıp cebime sokuşturuyordum. Gerektiği anda, hızlı silah çeken bir kovboy fiyakasıyla çekip yerine yerleştiriyordum.

Vee, yeni dişlerimle en dayanılmaz olduğuna inandığım gülücüklerimle gülümsüyordum.

Geçen akşam evde yalnızdım. Keyifle limonlu votkamı hazırladım. Steyvırt Grencır’la Mel Ferer’in oynadığı ve benim için bütün zamanların en güzel filmi olan Skaramuş‘u izlemek üzere televizyonun karşısındaki koltuğuma çöktüm.

Ama çökmemle “Yandım Allah!” diye havaya zıplamam bir oldu.

Birisi, fena halde kıçımı ısırmıştı. Birisi değil, ben kendi kıçımı ısırmıştım.

Mendilden sıyrılan protez, cebim delik olduğu için pantolonun ağ kısmına yuvarlanmış, üstüne oturunca da alçak dişli teneke beni dişlemişti.

Böylece, kendi kıçını ısırabilen ilk insan olarak insanlık tarihine geçmiş bulunuyorum.

İhtiyarlayınca Cumhurbaşkanı, Başbakan filan olunuyor diye aldanmayın…

Beş paralık aklınız varsa, sakın ihtiyarlamayın!”…

Oğuz Aral

 

Yorum Yazın

Best Choice for Creatives
This Pop-up Is Included in the Theme