23-26 Mayıs 2024 Doğu Karadeniz Yaylaları Gezisi Notlarım ve Bazı Özel Bilgiler ve Açıklamalar…
Doğu Karadeniz bölgesi, özellikle yöre halkı bağlamında, Gürcistan sınırı olan Sarp’tan başlıyor ve Rize’ye doğru şöyle sıralanıyor:
Sarp, Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen, Çamlıhemşin, Pazar, Çayeli ve Rize…
Bukla Tur organizasyonu bağlamında, sempatik, tur liderimiz ve rehberimiz ve de Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi Merkez Mahalle Muhtarı Osman Albardak dostumuz ve dikkatli, dirayetli ve beyefendi araç kaptanımız Adem Memoğlu dostumuz eşliğinde, “Doğu Karadeniz Yaylaları, Şelaleri, Eşsiz Doğa Zenginlikleri ve Sosyo-Kültürel Özellikleri…” olarak isimlendirdiğim ve nitelediğim gezimize güzel ve güneşli bir havada başladık…
Ama, gezi anılarımıza ve intibalarımıza başlamadan önce, eğitimcilik bağımlılığım bağlamında, Lazca hakkında bazı ön bilgiler vermek isterim. İlginç olacağını düşündüm…Şöyle ki:
Güney Kafkas dilleri grubu içinde yer alan Kartvel (Kartveli) dillerinin bir türevi olan, ”Lazca”, Gürcistan’ın batısında, Acara bölgesinde ve Türkiye’nin Doğu Karadeniz kıyısındaki Artvin ve Rize illerinde konuşulmaktadır.
Lazca alfabesinde 31 harf vardır ve bu harflerden bazıları, Türk alfabesinde bulunmamaktadır, sadece Lazcaya özgü sesleri temsil eden harflerdir.
Lazca, Gürcüce, Svanca ve Megrelce gibi dillerle akrabadır.
Tüm bu diller, Kafkasya bölgesinde gelişmiş olan, Kertvel dilleri ailesine mensuptur.
Lazlar tarihsel olarak Antik Kolhis (Kolhis Krallığı MÖ 6-1.yüzyıl) ve Lazika (Lazika Krallığı MS 4-7. yüzyıl) bölgelerinde yaşamışlardır ve dillerinin kökeni de bu bölgelere dayanmaktadır.
Lazca, Türkiye’de Latin alfabesiyle, Gürcistan’da ise Gürcü alfabesi kullanılarak yazılmaktadır.
Lazlar en yoğun olarak Türkiye’de, sonra da Gürcistan’da yaşamaktadırlar.
Ama dünya ülkelerine de dağılmış, çalışmak veya okumak için göç etmiş durumdadırlar.
Elde edebildiğim kaynak verilerine göre, Türkiye’de tahminen 200.000 ile 250.000 Laz yaşamaktadır.
İfade etmiş olduğumuz üzere de, yoğun nüfus, Artvin ve Rize’de yaşamaktadır.
Gürcistan’da ise yoğunluk daha çok Acara bölgesindedir.
Kesin bir sayı yoktur ama bölgede az sayıda, sadece birkaç bin Laz’ın bulunduğu belirtilmektedir.
Maalesef Lazca konuşanların sayısı ülkemizde gittikçe azalmaktadır, kanımızca bu dillerin özellikle yaşatılması ve korunması gerekmektedir.
Bunlar kültürümüzün zenginlikleridir, değerli miraslarıdır.
Günümüzde UNESCO nezdinde ve ülkemizde bu yönde çalışmalar yapılıyor olması memnuniyet vericidir.
Lazca dili, Laz lehçesi, diyalekti denen kavram ile karıştırılmamalıdır.
Evet şimdi bu açıklamamalardan sonra biz gezimize dönebiliriz…
Havalimanından doğruca Çamlıhemşin’in dillere destan Fırtına Vadisine, Fırtına Deresi’nin ve etrafının o güzel doğasına giriverdik…
Lazca eski adı “Vica” (bazı kaynaklarda Vicealtı) olan, Çamlıhemşin’den gezimize başladık…
Vica, Lazca, ılıca, sıcak su, kaplıca anlamındaymış; sonra ismi önce “Çamlıca” olmuş, 1957 de ilçe ve belediye olunca da “Çamlıhemşin” olmuş.
Rize’nin 11 ilçesinden en küçüğüdür. 6 mahalle ve 27 köyden oluşmaktadır.
Yukarıda da sözünü ettiğimiz üzere, Lazlar bu bölgenin önemli bir yerli nüfusunu oluşturmaktadır…
Evet şimdi günler ve yerler olarak gezimize başlayabiliriz…
- Gün 23.5.2024 Perşembe:
İfade ettiğimiz üzere, önce Çamlıhemşin’ e gelindi, Fırtına vadisi, Fırtına deresi (çayı) ve otelimizin (Nordic Otel) bulunduğu Mollaveyis köyü, meşhur ve doğa harikası yerler olan, yurt dışında da tanınan, “Sal” ve “Pokut” yaylalarına çıkıldı…
Ama ne çıkış!…
İki bin küsur metre irtifadaki yaylalara tırmanışımızı, usta ve yolları çok iyi bilen, stabilize, bozuk yollarda, daracık ve keskin virajları ustalıkla alan Adem kaptanımız sayesinde salimen ama yine de ciddi bir tedirginlikle ve de muhteşem bir doğa seyriyle tamamladık…
Manzara gerçekten de tek kelimeyle muhteşemdi…
Anlatılamaz, ancak yaşanır ve görülür…
Karşımızda görkemli Kaçkar Dağları (3.937 m Türkiye’nin 4. en yüksek doruğu), doğusunda Altıparmak Dağları (zirvesi 3.472m), batısında Verçenik Dağı (Üçdoruk) (3.711m) vardı…
Çok güzel, keyifli ve epeyce de uzunca bir yayla ve orman yürüyüşü sonrası, tekrar aracımıza binerek, bu kez aşağıya doğru yol aldık…
Yayladan, ovaya indik, bu kez de çok şirin ve tarihi bir Taş Köprü altında, dere kıyısındaki tertemiz “Yolundibi” adlı bir lokantada, son derece lezzetli bir yemek yedik ve zorlu yollardan yaylalara çıkmaya devam ettik… (İlk Muhlama – Mıhlama da deniyor ama doğrusu Muhlama – ve Kara Lahana dolmalarımızı burada, yeni pişirilmiş mısır ekmeği eşliğinde afiyetle yedik; üstüne bir de yeşil taze fasulye turşusu eşliğinde leziz hafif acılı bir kuru fasulyeyi ve tereyağlı pilav eşliğinde taam eyledik…).
- Gün 24.5.2024 Cuma:
Güne, erken yola çıkarak başladık.
Epeyce zorlu, toprak ve taşlı ve de çok virajlı (uçurum kenarlı) bir yoldan, aracımızla yaklaşık 1 saat giderek, Avusor Yaylası’na (2.700m) vasıl olduk; akabinde de 1 saatlik ciddi, zor ama muhteşem manzaralar ve doğa içinde keyifli bir yayla ormanı yürüyüşü ile ve taş yayla evlerinin bulunduğu Samistal Yaylasına (2.450 m) geçtik.
Bu yaylada yürüyüşümüz normal başladı ama gittikçe zorlaştı ve da karda Büyük Göl’ e doğru tırmandıkça kar hem çoğaldı ve hem de bol ve yumuşak kar niteliğine dönüştü, ayaklarımız, hatta bazı yerlerde bacaklarımız karlara gömüldü, elimizdeki bastonlarla ölçümler ve onlara yaslanmalar yaparak, yarı yoldan geri döndük.
Gölü göremedik ama karlı yaylaları görmüş ve hatta üzerinde dolaşmış olduk…
Buradan yine aynı yoldan inerek, meşhur Ayder köyüne ve oradan da Ayder Yaylası’na geldik…
Ayder yaylası artık adeta tamamen turistik bir yer olmuş.
Yine doğası çok güzeldi ama her yer bungalovlarla, otellerle, lokanta ve kafelerle, dükkanlarla dolmuş idi…
Buradan hareketle, Kaçkar dağlarının Altıparmak dağından gelen Tar Deresi ve Bulut Şelalesi (4 kademeli h=250 m)’ ne gelindi.
Şelale kıyısında, yanımızda getirdiğimiz odunlarla, ocak yakıldı, etler, sucuklar yapıldı, sebzeler közlendi, kumanyalar yendi, şaraplar içildi ve de tabiat parkındaki orman yolunda 1 saat hafif yağmur altında, ovaya doğru inerek, ciddi bir yürüyüş yapıldı, güzel fotoğraflar çekildi…
Buradan da, 2017 senesinde devlete ait tüm hisseleri, Türkiye Varlık Fonuna aktarılan, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (ÇAYKUR) üretim tesisleri ziyaret edildi.
Güzel ve modern bir tesis olması memnuniyet vericiydi.
Ama özel izinle ve fabrika çalışanı ustalar rehberliğinde ancak gezilebilen bu fabrikada, Suriyeli olduklarını öğrendiğimiz kalabalık genç erkek gruplara, fabrikanın rehber eşliğinde gezdirilmesi de dikkatimizi çekti, epeyce de merak konusu oldu ama yetkililer sorularımıza tatminkâr cevaplar veremediler…
Akşam otelimizde yine birbirinden özel ve leziz yemekler yendi, yerel müzisyen Mehmet dostumuz gitarı eşliğinde bizlere çok hoş ve ilginç bir konser verdi, Lazca şarkılardan ve bestelerinden örnekler sundu…
- Gün 25.5.2024 Cumartesi:
Çamlıhemşin Fırtına vadisindeki 8 burçlu ve 1 kuleli savunma kalesi olan, 14 veya 15. yüzyıldan kalma olduğu tahmin edilen, Zil Kale (asıl adı Zir Kale’ymiş. Zir kelimesi Farsça aşağı demekmiş. Yani Aşağı Kale iken, halkın yanlış kullanımıyla bozulmuş ve anlamsız bir şekilde Zil Kale oluvermiş ve ne hikmetse, devletçe de, yöre halkınca da aynı yanlışlığa ısrarla devam edilmektedir…).
Zir Kalesi gezisinden sonra, yayla tırmanmaları devam etti…
Palovit deresi ve Palovit Şelalesi (h=15 m) manzaraları izlendi, fotoğraflar çekildi ve yaylalara sarmaya başladık.
Çamlıhemşin ilçesinde Çat vadisinde, 2070 metre irtifadaki Gito Yaylası ve Hemşin ilçesindeki Badara Yaylası (1.850 m) gezisi sırasında adeta bulutların yükselmesine karşı bir koşu tutturduk ve sonunda da başardık; bulutlar altımızda kaldı, müthiş güzel, hoş ve ilginç görüntüler oluştu ve tabii ki koşturmamıza değdi ve hemen fotolar, videolar çekildi.
Adeta zamana karşı yarışıldı, çünkü bulutlar hızla dağları ve bizleri kaplayıverdi… Yayladaki sempatik yayla lokantası Fatma Bacı’da yemekler yendi.
Özellikle Fatma Bacı’nın anında pişirdiği Isırgan Otu çorbası ve kuru fasulye ve tereyağlı pilav lezizdi…
Osman rehberimiz ve Muhtarımız da el çabukluğuyla mısır ekmeği hamuru oluşturdu, yoğurdu ve derhal sobada 20 dakika pişirdi ve nefis bir mısır ekmeği yapıverdi; bizler de yemeklerimize banarak afiyetle yedik…
Yayladan etrafı hayranlıkla seyrederek Çamlıhemşin Çinçiva köyüne (şimdiki ismi Şenyuva oluvermiş ama bu ismi pek kullanan yok!) vasıl olduk ve meşhur Çinçiva kahvelerinden birinde kahve-çay molası verdik, mürver şerbeti içtik, halkla sohbet ettik ve otelimize döndük…
Akşam oteldeki bacılar, yine nefis yemekler hazırlamışlardı; özellikle de tereyağında alabalık ve hamsi salatası! çok lezizdi…
Gecenin sürprizi ise, tulum sanatçısı yerel bir müzisyenin, örneklemelerle gerçekleştirdiği tulum dinletisiydi…
- Gün 26.5.2024 Pazar:
Çamlıhemşin’deki eski bir ilkokulun, çok güzel, çok estetik ve çok hoş bir sanat merkezi haline getirilmiş olan mekânını ziyaret ederek güne başladık…
Doğasıyla, bahçe tasarımıyla ve sergilenen eserleri ve satılan organik tarım ürünleriyle çok özel ve çok hoş ve çok da uygar bir mekân oluşturulmuş.
Sanatçıların, bizzat açıklamalar yaparak sergiledikleri eserleri, tabloları, heykelleri, kompozisyonları, tasarımları, tekstil çalışmalarını açıklayarak bizlere tanıtmaları da çok özel, çok güzel ve çok da ilginç idi…
Tasarımlarla bezenmiş bahçesinde kahvelerimizi ve yöreye has hoş ve lezzetli mürver çiçeği şerbetlerimizi içtik ve yola koyulduk.
Ardeşen’de, Lazika Çay dükkânı ziyareti yapıldı, özel ve değişik çaylar tadıldı ve beğendiklerimizi satın aldık… (Nar çayını ilk kez tatmış oldum; bergamutlu & portakallı çay da çok ilginçti…).
Artvin Arhavi’deki muhteşem bir doğa harikası olan (HES yapımı ile yok edilmekte de olan) Kamilet vadisine geçildi, tarihi “Çifte Köprüler” görüldü ve görkemli ve de meşhur “Mençuna Şelalesi”ne (h=92 m) çıkıldı (Mençuna Lazca Hissedar demek olan Mençu’dan türemiş!).
Mençuna Şelalesi ve çevresi, gerçekten de bir doğa harikası idi.
Çıkışı epeyce dik ve uzun mesafeli bir yol idi, taş merdivenlerdeki basamak araları da epeyce yüksek idi, bir de üstelik yoğun yağmur dolayısıyla yol hem çamur olmuştu ve daha da kötüsü belirli yerlerde ağaçlar devrilmiş ve hatta topraklar kaymış olduğu için, yol olmayan yamaçlardan By-Pass yaparak daha doğrusu tırmanarak geçit yapmaya çalıştık, epeyce zorlandık ama sonunda 45 dakikada kan-ter içinde ve epeyce nefes nefese durumda, şelaleye vardık; ve tabii ki muhteşem bir doğa harikası ve mucizesi ile karşılaştık, yağmura rağmen fotoğraflar, videolar çektik.
Şelaleden yine, hatta aynı zorluklarla, çok şükür sağ salim aşağıya sırıl sıklam vaziyette ama gururlu! ve mutlu olarak indik…
Aşağıdaki Kamilat köyündeki “Kamilat Restaurant” adlı güzel lokantada yemekler hazırdı; lokantanın üstü de çok şık ve tertemiz bir butik oteldi.
Lokantamızda, sahibi olan sempatik çift ile sohbetler eşliğinde yine birbirinden leziz yemekler yedik, çaylarımızı içtik ve yola koyulduk…
Yolumuzun üstünde olan Rize’nin, tam Artvin sınırındaki Fındıklı ilçesinde, görkemli ve şık tarihi Taş Köprü’nün (1912) bulunduğu sempatik Çağlayan Köyü’nde (eski ismi Abu Viçe), çaylar, kahveler içildi ve leziz meyvalı kekler, tartlar yendi, sonrasında da çok estetik çok özel ve çok da önemli mimari stilde ve yapıda, birbirinden ilginç, yaklaşık 365 senelik, sadece kestane ağacı ve dereden çıkartılan taşarla yapılmış “Laz Konakları” ve hemen önlerindeki ambar işlevi gören, yöre halkının “Nayla” veya “Semender” dedikleri, yine kestane ağacından yapılmış kulübeleri vardır.
Bu semender ambarlarda, hava sirkülasyonu dolayısıyla, hububat ve diğer ürünler depolanırmış. fareler de yukarı sergi alanına ulaşamasın diye, sütunlara aynen gemilerin halatlarına takılan dairesel aparatlar gibi, tahta tekerlekler konmuştur.
Bu ilginç ve güzel bölge ve Laz Konakları (Laz Evleri) gezildi, incelendi, konakların fotoğrafları çekildi ve akabinde de, Rize-Artvin havalimanına vasıl olundu.
Üzücü olan taraf ise, bu az sayıda ve çok özel konakların bazıları çoğunluğunun-, maalesef çok bakımsız ve çürümüş durumda olmasıydı.
Fakat hemen belirtmek isteriz ki, oralara gidince, bu köyün ve özellikle de, ilginç, hoş bir yöre mimarisi izlerini taşıyan, çok estetik ve çok da ilginç olan, Laz Konakları’nın, özellikle görülmesi gerekir.
Bulundukları bölgeye önemli bir değer katan, bu güzel ve özel konaklar, hemen yanlarında mantar gibi yükselmiş olan çarpık betonlaşmaya feda edilmemeli, mutlaka ve acilen koruma altına alınmalı ve aslına uygun şekilde onarılmalı, düzgün ve uygun bir şekilde bilinçli olarak renove edilmelidir…
Havalimanı terminal binası çok güzel bir dış ve iç mimari ve dekorasyona sahipti; örneğin içeride büyük bir ÇayKur pavyonu, dükkânı ve çayhaneleri vardı, damında ise çay tarlası ve çay toplayan kadınlar heykelleri bulunmaktaydı; hoş bir kompozisyon oluşturmuştu.
Evet gezimizin sonuna gelmiştik.
Güzel anılarla ve görsellerle ve de ileride tekrar buluşarak, bu gezimizde de, göremediğimiz göller bölgelerini ve yaylalarını gezmek üzere, dostlarımızla vedalaşıldı ve uçağımıza binerek salimen İstanbul’a dönüldü…
Gezimiz her bakımdan mükemmel geçti.
Bu gezimiz sırasında, çok güzel, doğa harikası, hatta doğa mucizesi yaylalar, şelaleler, ormanlar, endemik bitkiler, özel ve güzel floralar, özel tasarımlı Laz Konakları, tarihi şık taş köprüler ve son derece cana yakın, neşeli, esprili yöre insanlarını gördük, leziz Karadeniz yemeklerini tattık…
Bu doğal ortamın, bu ülkemize bahşedilen hazinelerin çok özenle korunması gerekirken, maalesef doğanın da, köylerin de ve orman patika yollarının da, üzülerek, hem yerel halkça, hem kamu ve hem de özel sektör mensuplarınca, malum sebeplerden dolayı, tahrip hatta yok edilmeye çalışılmasını görmek ise gerçekten hem anlaşılamaz ve hem de çok hazindi…
Her yer (ama özellikle Ayder) bungalov görünümlü yüzlerce yapı ile kaplanmış durumdaydı.
Bilinçsizce ve doğaya zarar vererek, yan yana, üst üste ve her yere kondurulmuş yapılar tuhaf bir görünüm arz etmekteydi…
Evet belki müşteri olarak şimdilik arap turistleri buluyor, ama doğa da tamamen maalesef resmen tahrip ediliyor.
Ne mimari ne idari bir denetim ve düzen, ne de herhangi bir fiyat kontrolü olmadığını bizzat gözlemledim.
Adeta dileyen dilediğini yapıyor havası vardı; bu durum da bence çok üzücü ve yok edicidir; bu başıboşluk ve vurdumduymazlık sonucu hem yöre halkı ve hem de ülkemiz kayba uğrayacaktır.
Turizmin nedense, sadece belirli noktalara, belirli yörelere teksif edilmiş olduğunu da gözlemledim.
Oysaki etrafta çok daha güzel yerler vardı ve insanlarca sanki hiç bilinmiyor gibiydi; Bu güzellikler gereği gibi tanıtılamıyor ve bu durumda da beklenen, olması gereken verim de alınamıyor tabii ki…
Yöre turları, gezileri, yerli ve yabancı turistler için, mutlaka deneyimli, bilgili, tercihan yabancı dil bilen, eğitimli, rehberler liderliğinde, tanıtımlar da profesyonelce yapılmalıdır.
Bunlar da sadece arap turistlere yönelik olmamalıdır.
Dileriz, daha bilinçli, organize, kontrollü, uygar, planlı ve programlı bir yapılaşma, turizm ve sosyo-kültürel bir aşamaya ve tanıtım sistemine geçilir, hem yöre halkı, hem ülke hem de dünyamız da bu doğa ve kültür mirasımızı tanır ve herkes kazanır…
Doğa da belki bu sayede hızla tahrip ve yok olmaktan kurulabilir…
Dileriz öyle de olur…
2 Comments
Mehmet Ümit Yalçın
Yalçın Kardeşim,
Çok güzel bir anlatımla bizlere ilettiğin gezi anıları sayesinde ,doğu karadenizi yeniden gezmiş gibi oldum.Emeklerine teşekkür ederim
Mehmet Ümit Yalçın
Yalçın Alganer
Sevgili Mehmet Ümit Kardeşim; ilgine ve nazik mesajına teşekkür ederim. İlk fırsatta da tamamladığımda, Karadeniz gezisi videoshow çalışmamı ekleyeceğim; haberdar ederim. Selam ve sevgiler. Y.A.