1974 Kıbrıs Barış Harekâtının Önemi, Anlamı, Değeri ve Yansımaları…
“Ayşe Tatile Çıkalı Tam Elli Yıl oldu…”
“Türk Askeri, Bir Gece Ansızın Kıbrıs’a Geliverdi…”
BİRİNCİ BÖLÜM
“1974 Kıbrıs Barış Harekâtı”, Türkiye’nin Kıbrıs’ta yaşanan siyasi ve etnik çatışmalara müdahale etmek amacıyla gerçekleştirdiği askerî harekâttır.
Harekâtın öncesini, tarihsel kronolojisi içinde ele alacağız, sonra da gelişmeleri sırasıyla inceleyeceğiz…
Araştırma yazımız biraz uzun olduğu için, iki bölüm halinde ele alınacaktır.
Ama önce biraz Kıbrıs adasından söz etmek isteriz.
Kıbrıs adası, Akdeniz’de 9.282 km2 yüzölçümlü, stratejik ve jeopolitik olarak da tarih boyunca çok önemli bir konumda bulunan adeta bir askeri üstür…
Ada, M.Ö. 1450’lerden itibaren, Mısırlılar, Fenikeliler, Hititler, Asurlular, Persler, Büyük İskender (Ptoleme Egemenliği), Batı Roma (Roma İmparatorluğu), Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu, Araplar, Haçlılar, Venedikliler ve Osmanlı İmparatorluğu egemenliklerine girmiştir.
Yaklaşık 300 yıl Osmanlı hakimiyeti altında kaldıktan sonra, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası geçici olarak İngiltere’ye devredilmiş, Birinci Dünya Savaşından yenik ayrılınca da, Kıbrıs Adası tamamen İngilizlere geçivermiştir…
İngiltere 1915 de Yunanistan’ın kendi saflarında savaşa katılmaları şartıyla, Kıbrıs’ı Yunanistan’a verme teklifi sunmuş, fakat Yunanistan savaşa dahil olmak istemediği için bu teklifi kabul etmemiştir.
2 yıl sonra, Almanya’nın savaşı kaybedeceğini anlayınca Kıbrıs’ı istemiş, ama reddedilmiştir.
1923-1925 döneminde, Rumların her zamanki saldırıları ve kaçırtma girişimleri sonucu, savunmasız ve zor durumda kalan pek çok Kıbrıs Türkü, çok büyük çaplı göç başlatmış ve büyük çoğunluğu Türkiye’ye sığınmıştır.
Bu büyük göç harekâtı, 1939’a kadar devam etmiş ve Ada’daki Türk nüfusunda çok ciddi azalma olmuştur.
Sonrasında da hiçbir zaman adanın Türk ve Rum halkları birbirleriyle sağlıklı bir ilişki kuramamışlardır.
Özellikle 1930’lardan sonra, ada Rumları, Yunanistan’a bağlanmak için ENOSİS planını devreye sokmuşlardır. (ENOSİS Yunanca birlik – birleşme anlamındadır ve Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi demektir).
BM nezdindeki girişimler de reddedilince, Rumlar işi şiddete dökmüşler ve nihayet 1955 de uzun zamandan beri altyapısını hazırladıkları Türklere karşı, bir Yunan askeri olan Georgios Grivas (1897- 1974) yönetiminde EOKA’yı kurmuşlardır. (EOKA, Yunanca “Ethniki Organosis Kyprion Agoniston” kelimelerinin baş harflerinden oluşan ve “Kıbrıslı Mücahitlerin Ulusal Örgütü” anlamına gelen bir terörist milis savaş örgütüdür).
Ada’da huzur, güven kalmamış, Türkler iyice ezilmeye ve yok edilmeye çalışılmıştır. Türkler de Taksim yapılmasından yana çalışmalara başlamışlar ve 1958’de, Rauf Denktaş (27 Ocak 1924 – 13 Ocak 2012) liderliğinde, “Türk Mukavemet Teşkilatı” nı (TMT) kurmuşlar ve EOKA’ya karşı mücadeleye başlamışlardır.
TMT, daha sonra 1976’da Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na dönüşmüştür.
Görüşmeler, tartışmalar, toplantılar sonucu, İngiltere aracılığıyla sözde anlaşmaya varılmış ve Londra ve Zürih Garanti ve İttifak Antlaşmalarıyla, 1960 da “Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmuştur.
Hükümetin ve icra unsurlarının yüze 70’i Rumlardan, yüzde 30‘u ise Türklerden oluşacaktı.
Papaz Makarios (Mihail Hristodolu Muskos) Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük de Yardımcısı, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan da garantör devlet olacaklardı.
BNu görüşmeler sonunsa İngiltere adada iki tane askeri üs elde etmiştir: Agratur ve Dikelya.
Sonrasında, Makarios, Türklere verilen hakları çok görmüş ve adanın tamamına hakim olmak için, meşhur yok etme planları olan “Akritas Planı” nı devreye sokmuş, Yunanistan’dan çok sayıda silahlı kuvveti ve mühimmatı Ada’ya sokmuştur.
EOKA katil çeteleri ve Yunan askerleri 25 Aralık 1963 de Türklere karşı harekete geçerek, bebek, çocuk, yaşlı, kadın gözetmeksizin geniş ve vahşi katliamlar yapmışlardır…
Kıbrıs Türklerinin 1963-1967 yılları, tamamen kan, gözyaşı ve göçlerden oluşan acılı ve zor günlerden ibarettir.
20 Aralık 1963 gecesi Rumların başlattığı ilk saldırıda sadece Lefkoşa’da 92 Türk öldürülmüş, 146 Türk de yaralanmıştır.
EOKA nın ilk büyük katliamı ise, 23 Aralık 1963 de, Lefkoşa Ayvasıl (Türkeli) köyünde olmuştur.
Eli kanlı Rum katiller, elleri silahlı ve sivil giyinmiş birlikler, önce bazukalarla evleri vurmuşlar ve sağ kalan Kıbrıslı Türkleri traktörlerin arkasına bağlayıp sürüklemişler, sonra 21 Kıbrıslı Türk’ü makineli tüfeklerle tarayarak katletmişler, daha sonra da buldozerlerle açtıkları toplu mezarlara atmışlardır…
Bu ve benzeri pek çok katliam çukuru ve toplu mezar, daha sonraları yapılan incelemelerde yabancı basının ve yabancı gözetimcilerin da katılımlarıyla ortaya çıkartılmış, sonra da şehitliklere defnedilmişlerdir.
Barbarlığın, vahşetin en büyüğü ise, maalesef büyük bir insanlık dramı ve ayıbı olarak, 24 Aralık 1963 de yaşanmıştır.
Diğer Türk köylerine, katil EOKA’cı teröristlerin saldırıları devam ederken, Kıbrıs’taki Türk Alayında doktor olarak görev yapan Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ve 3 çocuğu evlerinde saklandıkları banyo küvetinde vahşice katledilmişlerdir.
Bu insanlık dışı vahşi Rum katliamı tarihte ve vicdanlarımızda, “Kumsal Katliamı” veya “Banyo Katliamı” olarak yer almıştır; hem de zinhar unutulmamak ve affedilmemek üzere…
Bu vahşi katliamın yapıldığı ev daha sonra “Barbarlık Müzesi” adıyla ziyarete açılmıştır. Her ziyaretimde çok etkilenmiş ve duygulanmış, yapan terörist canavarlara da lanetler okumuşumdur…
İşte bu 1963’te yaptıkları “Kanlı Noel” katliamıyla olaylar zirveye ulaşmış, işler iyice zıvanadan çıkmış, Rumlar ve Yunanlar adeta Türklere karşı resmen kanlı bir soykırıma kalkışmışlardır.
Bu dönemde, Kıbrıs Türkleri birçok saldırıya maruz kalmış ve bazı bölgelerde izole edilmişlerdir.
Ancak, Türk uçakları Kıbrıs semalarında uyarı uçuşları yapınca, Rumlar saldırılarına son vermişlerdir.
1963’den itibaren adada BM Barış Gücü göreve başlamış ama olaylara sadece seyirci kalmış, hatta Rumların etkisine girerek kendisine duyulan güveni de tamamen yitirmiştir.
6 Ağustos 1964 de kanlı terör örgütü EOKA lideri Grivas denen cani (Yunan’a ve Rum’a göre büyük kahramanları), komutasındaki Rumlar Erenköy’e saldırmışlar ama Türk direnişini kıramamışlardır.
Bu sırada Türk hava Kuvvetlerinin gerçekleştirdiği uyarı uçuşları sırasında, Yüzbaşı Cengiz Topel ‘in kullandığı F 100 jeti Rumlarca düşürülmüş, Topel paraşütle atlayarak kurtulmayı başarmış ama maalesef büyük bir talihsizlik olarak Rum köyündeki canilerin eline düşmüştür. Esir alınmış ve çok ağır işkencelere maruz bırakılmış ve sonra da katledilmiştir.
Yüzbaşı Cengiz Topel, Cumhuriyet Döneminin ilk hava harp şehidimiz olmuştur…
Yunanistan destekli Rum saldırıları 1963-1967 döneminde artarak devam etmiş ve maalesef bu talihsiz ve kanlı dönem Kıbrıs Türkleri için kan, gözyaşı, katliam, toplu mezar ve göç dönemleri olmuştur…
1967 de Yunanistan’da darbe olmuş ve cunta hükümeti kurulmuştur.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı olan papaz Makarios ile ENOSİS’ci Yunan Cuntasının arası iyice açılmıştı.
Nitekim sonuçta, 15 Temmuz 1974’te, Yunan Hükümeti destekli bir darbe gerçekleştirilmiş ve Yunan subayların yönetimindeki Rum Muhafız Ordusu ile eli kanlı EOKA darbede başarılı olmuş, Makarios kaçmış, eli kanlı başka bir katil olan Nikos Sampson, bir emrivakiyle cumhurbaşkanı olarak ilan edilmiştir.
Bu darbe, Kıbrıs Türk toplumunda büyük bir endişe yaratmış ve Türkiye’nin müdahalesine de zemin hazırlamıştır.
Türkiye bu darbe ile ilgili olarak diğer garantör devlet olan İngiltere’den birlikte müdahale etmelerini istemiş, fakat İngiltere bu isteği geri çevirince, Türkiye tek başına, Garanti Antlaşmamızın 4. Maddesine dayanarak adaya çıkarma yapma kararı almıştır.
20 Temmuz 1974 sabahı, Türk uçaklarının bombardımanından sonra, saat 06:15 den itibaren hava indirme ve deniz topçusu desteğinde de çıkarma harekâtı başlamıştır.
Zamanla toparlanan Rum birlikleri, akşama doğru karşı harekata geçmişler, çok kanlı ve çetin çatışmalar yaşanmıştır.
Özellikle Beşparmak Dağlarında Rumların gece saldırılarına karşı komando birliklerimizin kahramanca ölüm-kalım mücadeleleri her türlü övgüyü hak etmiş ve tarihe altın harflerle geçmiştir.
Daha sonraki günlerde Türk birlikleri Rum hedeflerini teker teker ele geçirmiş ve ana yollar da kontrol altına alınmıştır.
22 Temmuz 1974 saat 17:00 de Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul etmiş ve uygulamaya koymuştur.
Bu olaylar üzerine, Yunanistan’da askeri cunta, Kıbrıs’ta da eli kanlı katil Sampson istifa etmişlerdir.
BM Güvenlik Konseyi, 20 Temmuz 1974 de aldığı 353 sayılı kararla, 3 garantör devlet olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, 25 Temmuz’da Cenevre’de barış görüşmelerine başlamışlar ve uzun tartışma ve çekişmelerden sonra, 8 Ağustos’ta “Cenevre Deklarasyonu” ile, Kıbrıs’ta ayrı iki otonom toplumlarının federal bir devlet çatısı altında ortak bir yönetim kurmaları kabul edilmiştir.
Böylece Ada’da barış ve huzur sağlanmış oldu mu? Tabii ki Hayır…!
İşler daha da beter olmuş, Rumlar daha da cesaretle vahşetlerini arttırarak devam etmişlerdir.
Ateşkes ile, yaklaşık 40.000 kişilik Türk birlikleri dar bir bölgede tutulmuş ve bekletilmiştir.
Bu durumda da Türkler, Rumlar tarafından kuşatılmış ve eli kanlı katil çeteler savunmasız Türk köylerindeki çoluk çocuğu, kadınları, yaşlıları topluca ve vahşice öldürmüşlerdir.
Bu üzücü ve acı günler, özellikle benim kuşağımın zihinlerine adeta kazınmışlar ve yapılan katliamlar zinhar unutulamayacak ve affedilemeyecek olaylardır…
Bu katliamlar olurken, başta BM ve NATO, diğer uluslararası örgütler olmak üzere, bütün dünya da izlemiş, hatta Türkiye’nin elini kolunu bağlamaya çalışmış ve gelişmeleri sadece izleyip durmuşlardır…
Tüm bu anlatılan olayları bizzat yaşamış gidip yerinde izlerini görmüş ve o karanlık dönemleri maalesef gayet iyi ve net hatırlayan bir kişi olarak, yapılanları unutmak ve affetmek çok zordur.
Üzülerek ve lanetleyerek ifade etmek isterim ki, o dönemlerde, tüm dünyanın gözleri önünde katil Rum terörist milisleri ve Yunan askerleri, tarihin en kanlı, en cani, en insanlık dışı katliamlarından, soykırımlarından birini yapmışlardır.
Ama maalesef vahşice katledilen bebekler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar, gençler, Türk ve Müslüman oldukları için, bütün dünya yapılanlara gözlerini yummuş ve üç maymunu oynamışlardır.
O dönemi yaşayanlar, gördüklerini, kayıplarını, yapılan vahşeti, tüm gerçekleri ve çıplaklığıyla, belgesellere anlatmışlar, fotoğraf, video ve filmleri yayımlanmış, toplu mezarlar ise dünyanın bilgisine ve ziyaretine açılmıştır…
Yapılan vahşeti unutmuyoruz ve affetmiyoruz…
Bu konuda daha fazla bir şey söylemek de istemediğimi belirtmek istiyorum…
Sözünü ettiğimiz belgesellerin hepsi internette mevcuttur, arzu eden girip izleyebilir; ama peşinen ifade etmek isteriz ki, görülecekler son derece üzücü, acı, hırslandırıcı, galeyana getiricidir; dayanmak güçtür…
Kapanmamış yaraları daha da kanatmak istemiyoruz ama olanları ve yapılanları da hatırlamakta ve tarihten ders almakta fayda vardır…
(Devamı İkinci Bölümdedir…)
3 Comments
Bora AKAD
Ozellikle bazı bilinçsizlerin ve/veya kindar cevrelerin unutturmak hatta saptırmak için cok caba sarfettikleri acı ve vahset dolu gunleri tarihsel çizgisi içinde hatırlattığın için çok teşekkur ederim sevgili kardeşim.. maalesef bugün kendi bağrımizda bile rumların Kıbris giriştikleri ilkel vahset ve katliamları hafifletme ve hatta haklı çikatma hayretinde olan hainler var.
Bora AKAD
Ozellikle bazı bilinçsizlerin ve/veya kindar cevrelerin unutturmak hatta saptırmak için cok caba sarfettikleri acı ve vahset dolu gunleri tarihsel çizgisi içinde hatırlattığın için çok teşekkur ederim sevgili kardeşim.. maalesef bugün kendi bağrımizda bile rumların Kıbris giriştikleri ilkel vahset ve katliamları hafifletme ve hatta haklı çikatma gayretinde olan hainler var.
Yalçın Alganer
Bora Kardeşim; ilgine ve katkılarına teşekkürler. Sevgilerimle…Yalçın